Paylaş
KURAN ve sünnetten başlayarak İslam kültüründe, ticarî faaliyetlerin temel ahlak ilkeleri ve kuralları çerçevesinde yürütülmesini, ticaretin sadece bir kazanç aracı şeklinde görülmemesini, bunun yanında insanların ihtiyaç duyduğu maddeleri onlara ulaştırmak suretiyle Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olarak değerlendirilmesini telkin eden bir ahlak zihniyeti ortaya konmuştur. Nitekim Gazali gibi bazı İslam âlimleri ahlaki sorumluluk bilinciyle sürdürülen ticareti farz-ı kifâye (asla terk edilmemesi gereken bir alan) olarak kabul etmişlerdir. Ticaret, toplumu ayakta tutan en önemli dayanaklardan biridir. Toplumun âdeta eli ayağı veya şah damarı mesabesindedir. Ticaret hayat demektir, kalkınma demektir, refah demektir, güç demektir. Ticaret ve sanat hayatının bütünüyle ihmal edilmesi halinde hayat durur ve halkın çoğu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
PAZARI BIRAKAN HİZMETÇİ OLUR
Ömer bin Hattâb’tan (r.a.) rivayet edilen şu sözler, İslam’ın ticarete bakış açısını özetler niteliktedir. Hz. Ömer halifeliği sırasında pazara gider ve oradakilerin çoğunun Nebatîlerden (Müslüman olmayan tüccarlar) olduğunu görünce üzülür. Halk onun yanına toplanınca kendilerine bunu haber vererek pazarı terk etmelerinden dolayı onları kınar. Onlar da kendisine şöyle derler: “Allah, bize nasip ettiği zaferle bizi pazarlardan müstağni kılmıştır.” Hz. Ömer (r.a.) ise onlara, “Allah’a and olsun, eğer böyle yaparsanız, yani ticareti, pazarı Müslüman olmayanlara bırakırsanız, muhakkak ki erkekleriniz onların erkeklerine, kadınlarınız da onların kadınlarına hizmetçi olur” der.
KUREYŞ SURESİ’Nİ DOĞRU OKUYALIM
Kureyş suresi sadece geçmişte yaşanan olaylardan haber vermez. Bu surede bahsedilen yaz-kış ticari seferlerini doğru okumalıyız. Kuran’ı Kerim hikâye ya da eskilerin masallarını anlatan bir kitap değildir. Kuran, Allah’ın kelamı ve Müslümanlar için bir öğüt olduğuna göre, yaz-kış seferleri sadece geçmişle alakalı olmasa gerekir. Kuran-ı Kerim bu ifadeyle Müslümanlar için ideal bir hedef ortaya koyar: Ticaret yapın, kimseye muhtaç olmayın, hüküm altına alınan değil, hükmeden olun.
Kuran-ı Kerim’deki “Hüküm Allah’ındır” (Enam 57) şeklindeki ayetleri, sadece hukuki bir metin olarak görmemeli, ayetlerin içerdiği psikolojik ve sosyolojik anlamları da dikkate almalıyız. Bu açıdan baktığımızda şu sonuca varabiliriz: Yeryüzünü imar etmekle sorumlu olan ve yeryüzünde halife olarak nitelendirilen “insan”, gücü temsil eden ticareti başkalarının eline bırakırsa Müslümanlar hükmeden değil, boyun eğen bir toplum olmaktan kurtulamazlar. Üretmediğimizde, ticareti başkalarına bıraktığımızda, ticareti elinde bulunduranların hükmü altına girmek doğal bir sonuç olacaktır. Değerli ağabeyim Dr. Nevzat Demir’in dediği gibi “mülkü olmayanın hükmü olmaz.”
3 HAREM 3 KUTSAL MESCİT
ARSANIN BEDELİNİ HZ. EBUBEKİR ÖDEDİ
- PEYGAMBER Efendimiz devesi ‘Kasva’nın çöktüğü arsayı sahiplerinden satın almak istedi. Sehl ve Süheyl mescit yapılacağını duyunca arsayı bedelsiz vermek istese de Peygamber Efendimiz kabul etmedi. Medine’nin eşrafını çağırdı, arsanın ederini sordu ve arsayı yetimlerden ederinden fazlasını vererek satın aldı. Arsanın bedelini ödemek Hz. Ebubekir efendimize nasip olmuştur. Çok ince bir düşüncenin ve ileri görüşlülüğün eseri olan bu olay, sonraki dönemlerde münafıkların sizin peygamber dediğiniz kişi iki yetim çocuğun arsasına el koydu demelerinin de önüne geçmiştir. Medinelilerin hurmalarını kuruttuğu bu alanı temizlediler, hurma kütüklerini kaldırdılar. Altından mezarlar çıktı, kâfir de olsa ölüler saygıyı hak ederdi, kemikleri başka bir yere naklettiler. Bugün Ravza/yeşil halı/cennet bahçesi diye bildiğimiz alan ilk mescidin yeridir.
KISSADAN HİSSE
MATARAYI GERİ VERİN
- DIMAD bin Salebe (r.a.) Mekke’ye gelmişti. O Yemen’de bir mahalle kabilesinden olup delilere okuyup üflerdi. Mekkelilerden bazı akılsızların “Muhammed delinin biridir” dediklerini işitmişti. Bunun üzerine kendi kendisine, “Şu kişiyi bir görsem belki Allah ona benim elimde şifa nasip eder” dedi. Sonra bir gün Resulullah’a rastlayıp O’na, “Ey Muhammed, ben delilere okurum, hem Allah benim elimde dilediğine şifa ihsan eder. Okumamı ister misin” dedi. Resulullah, “Şüphesiz ki hamt Allah’a mahsustur. Biz ona hamt eder, ondan yardım dileriz. Allah her kime hidayet verirse artık onu şaşırtacak kimse yoktur. Kimi de şaşırtırsa onu da hidayete erdirecek yoktur. Ben Allah’tan başka ilah olmadığına, Allah’ın tek olup ortağı bulunmadığına, Muhammed’in de onun kulu ve resulü olduğuna şehadet ederim” buyurdu.
Dımad, “Sözlerini bana bir daha tekrarla.” dedi. Resulullah (s.a.v.) bu sözleri ona 3 defa tekrarladı. Bunun üzerine Dımad, “Doğrusu ben kâhinlerin sözlerini de sihirbazların sözlerini de şairlerin sözlerini de dinledim. Fakat senin şu sözlerin gibi hiçbir söz işitmedim. Ver elini sana İslamiyet üzerine biat edeyim” diyerek ona biat etti. Resulullah, “Bu biat kabilen için de olsun mu” diye sordu. Dımad, “Evet kavmim adına da olsun” dedi.
Resulullah bir tarafa askeri bir birlik gönderdi. Bunlar Dımad’ın kavmine uğramışlardı. Askeri birliğin komutanı askerlerine, “Bunlardan bir şey aldınız mı” diye sordu. Oradakilerden biri “Ben onlardan bir matara/temizlik kabı aldım” dedi. Komutan, “Onu sahibine geri verin, çünkü bunlar Dımad’ın kavmindendir” dedi. (Müslim, Müsafirin 294)
BİR SORU BİR CEVAP
ORUÇ BOZAR MI?
- RAMAZANDA oruçlu iken kan verenin orucu bozulmaz (İbn Kudâme, el-Muğnî, IV, 50-52). Vücuda kan almak ise beslenme, gıda alma kapsamına girdiği için orucu bozar. Kan vermenin orucu bozup bozmaması ile ilgili olarak birbirine zıt iki rivayet vardır. Bunlardan birine göre Hz. Peygamber (s.a.s.), “Hacamat yapanın ve yaptıranın (vücuttan tedavi maksadıyla kan aldıranın) orucu bozulur. (Ebu Davud, Savm, 28) buyurmuştur. Öte yandan Resulullah’ın (s.a.s.) oruçlu iken hacamat yaptırdığı rivayet edilmiştir. (Buhârî, Savm, 32; Ebû Dâvûd, Savm, 29) Bu iki hadisi birlikte değerlendiren bilginlerin çoğu, birinci hadisi “Hacamat yapan kişinin, kanı özel alet ile emerken ağzına kaçırabileceği, hacamat yaptıranın ise kan verdiği için zayıf düşerek hasta olabileceği için oruçları bozulma tehlikesi ile karşı karşıya kalır” şeklinde yorumlamış ve ikinci hadisi esas alarak kan vermenin orucu bozmayacağı sonucuna varmışlardır.
Paylaş