Paylaş
Bir Nataşa masajı
BOYUN ağrısını, çeken bilir. Bir sabah yataktan kalkarken ani, yanlış bir hareket mi yaptık nedir boyun kasımız taş gibi sertleşti. Arkadan sancılar başladı. Yandan seslenen birine başımızı çevirmek kabil değil, yarı beden dönüşü yapıyoruz. Bir doktor arkadaşımız ‘‘İki gün aspirin al, geçmezse MRI çekeriz, fizikterapi gerekebilir. Akupunktur düşünülebilir’’ diye öneriler sıraladı. Aspirinler ağrıyı azalttı ama sertlik devam ediyor. Sorun adale kasılması ise bir saat MRI'da niye yatayım? Aklıma masaj geliyor.
Rehberde ‘Shiatsu-İsveç’ başlıklı masaj salonu zayıflama kliniğini andırıyor. Çiçek dolu, köşede kahve servisi, tepeden pop müziği yayılan bir odaya alınıyoruz. Belden aşağısını kaplayan bir havluyla uçuk mavi örtülü masaya yüzükoyun uzanıyoruz. Minyon yapılı genç kadın ‘‘sırtüstü yatın’’ deyince ters dönüyoruz. Kadın ne İskandinav ne de Uzakdoğulu'ya benziyor. Üzerimize eğilip masaja başlıyor, kollardan bacaklara geçiyor. Ağır parfümü burnumu gıcıklıyor ama konu o değil. Ağrının kolda bacakta değil boyunda olduğunu söylüyorum. İngilizceyi tam sökememiş, işveli tebessümle ‘‘Seni rahatlatacağım’’ diyor. Kasılan yeri gösterince boynumu mıncıklamaya başlıyor ama bu masaj değil. Aspirinin kestiği ağrı geri geliyor. Masaj derken sakat kalmaya niyetimiz yok. ‘‘Bir kahve içelim’’ deyip doğruluyorum. Karşılıklı sigara yakıyoruz.
Marisa Rus göçmeni. Geçen yıl Leningrad'dan bir yolunu bulup kapağı New York'a atmış. Kimya mühendisiymiş. Mesleğini burada sürdüremediği için yaz ortasında masaj işine başlamış. ‘‘Doktor, eczacı kız arkadaşlarım var Rus, Ukrayna göçmeni. Çoğu masaj işinde çalışıyor. Memlekette bir yıllık parayı New York'ta iki haftada kazanıyoruz.’’ Nasıl öğrendin masaj yapmayı? Masörlük iyi para getiriyor mu? Gülüyor. ‘‘Patron sormadı dahi. Ovuşturuyorum vücutları. Müşteri rahatlayınca bahşiş çok. Sapasağlam olan devamlı müşterilerim var.’’ Marisa'nın müdavimlerinin niyeti bizden farklı. Giyinirken dahi odadan çıkmaya lüzum görmüyor.
Berlin Duvarı'nın yıkılması, Sovyetler Birliği'nin dağılması ardında insanların düşlerini süsleyen rüyalarının ne ölçüde gerçekleştiği zaman zaman aklıma takılıyor. Berlin Duvarı'nın yıkılış gecesinde Doğu Almanların sevinç çığlıkları atarak Batı'ya akınını izledim. Ertesi sabah Kurfürstendam'da Deutsche Bank şubelerinde kimlik gösteren Doğu'lulara 100'er mark hediye edildiğine şahit oldum. Ama Almanya'da Doğu'lular hala ekonomik sıkıntı içinde. Konuyu Marx-Engels'in sosyalist teorilerini Adam Smith'in kapitalist ekonomisini kıyaslayarak ilmi boyutlara çekecek değiliz. Özgürlük, refah unsurlarıyla insan faktörü bazında konuyu tabanda ele almak daha gerçekçi bir yaklaşım olacak. Komünist rejim gölgesindeki yokluk yaşamı bugünkü Rusya'da hala hüküm sürüyor. Cadde köşelerinde eski subaylar madalyalarını satarak eve aş götürmeye uğraşıyor. Süpermarket kuyrukları soğuk harp dönemini aratmayacak uzunlukta. Başta Moskova, kalabalık kentlerde İtalyan Cosa-Nostra'sı, Japon Yakuza'sına taş çıkartan Rus Mafyası eski KGB'den daha güçlü. Sonradan bitme bu mafya kendi insanları dahil ticaret, yatırım kovalayan yabancıların kanını emiyor. Brooklyn'de Rus göçmenlerin kesimi Little Odessa'da ortalığı haraca kesen bu mafya kara para aklama, uyuşturucu, beyaz kadın ticaretinde tek güç.
Geçim derdini karşılama zorunluğuna düşen Rus kadınları vücutlarını satarak ‘Nataşa’ adını çirkinleştirdiler. Son üç-beş yıldır Türkiye'ye musallat olan 'Nataşa'lar şimdi New York'ta Amerikalı ve zengin turistleri özel kulüp, masaj salonlarında rahatlatıp (!) refakatçi-rehber kisvesi ardında hoşça vakit geçirmelerini sağlıyor. Bir zamanların süper gücünün hali iç açıcı değil.
Glasnot ve Perestroika Lenin ülkesine ağır fatura yükledi. Berlin Duvarı yıkılmasaydı acaba daha iyi mi olurdu?
Paylaş