Paylaş
Balkon uzunluğundaki barın üstünde 14 televizyon ekranı sıralanmış. Ekranlarda beyzbol, hokey finalleri, sit-com komedileri, haber programları, panel tartışmaları yanyana. Sanki tenis maçı izlemeye gelmişiz. Bir uçtan diğerine başımızı çeviriyoruz yorulana kadar. Lokanta barı gürültülü olduğu için bazı ekranların altındaki yazılar konuşmaları yansıtıyor.
Norveçli meslekdaşım ‘‘İnsanın ne zamanı ne de ihtiyacı var bu kadar programa’’ diyor. Sol taraf hareketli, birkaç saniyede maç sahnelerinin görüntüleri değişiyor. Karşımdakinde top sakallı bir doktor ‘Zafirlukast’ın prophylaxis hastada bronchospasm'ı geri çevirecek nitelikleri var' diyor alt yazıya göre. İki dakikada tıp bilmini hatmedecek değiliz ya, hastalık neyse ıstırap çekene Tanrı'dan şifa diliyoruz. Doktoru bön bakışla dinleyen genç muhabir ‘‘Mide ülseri için mi?’’ sorusuna ‘‘Hayır astım’’ yanıtını alıyor. Biz de konunun ne olduğunu öğreniyoruz.
Amerikan toplumu akıl durduran bir haber heyelanı altında eziliyor. Ama okur ve izleyicilerin bu yayın bolluğuna karşı tutum takındıklarını sanıyorum. Çoğu gazetelerde siyasi, ekonomik, ilmi yazılar sokaktaki insanın anlayacağı dilden uzak. TV'lerde panel oturumlarını izlemek için belli bir eğitim düzeyinde olmak lazım. Sunucunun yarım dakikaya sığdırdığı güncel haberlerin içeriğini kavramak ise bir o kadar güç.
Amerikalı gazetecilerle konuşurken ‘Hangi olayın büyütüleceğine, nasıl işleneceğine kim karar veriyor? Habercilikte editörlerin bağımsızlığını dev şirketler ne derece etkiliyor?’ soruma bugüne kadar tatmin edici cevap alamadım. Zor anlaşılan yazıları, TV'de üç-beş cümleye sıkıştırılmış sunuşları düşündükçe haberciliğin geleceği parlak görünmüyor.
İnsanlar karışık, anlaşılması güç ve duygusal nitelikli haberleri sevmiyor. Psikologlar ümitsiz hastalık, kadına dayak, ağır aile dramları, işsizlik gibi konuların kişisel dert ve sıkıntıları deştiği için istenmediğini söylüyorlar. Her yıl 13 milyon Amerikalı'ya depresyon teşhisi konulduğu, 30 bin intihar vakasını göz önüne aldığımızda psikologları haklı buluyoruz. Ruhsal hastalıklar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığının yılda 300 milyar dolar harcamaya yol açması da cabası.
Bir de son yıllarda mantar gibi türeyen bilgisayar tutkusu var. Ekranlarda eşcinsellik, baba-kız cinsel ilişkisi (ensest), bomba yapımı, bahçede marijuana üretimi, siyanürlü içki tarifi, tanrı inkarı, devlete isyan teşviki gibi genç zihinleri zehirleyen yayınlar ‘haberleşme-iletişim’ kavram ve temel amaçlarını iyice dejenere ediyor. Bu işin ticaretin yapanlar ise ‘‘Rahatsız olan düğmeye basmasın’’ diyerek söz, yazı, gösteri ve ifade özgürlüğünün ardına sığınıyor.
Amerikalı genelde saf. Yiyeceği ekmeği, yıkanacağı sabunu, süreceği arabayı, yazlık-kışlık giysisini, baş ağrısı için hangi ilacı alacağını, gazeteden, TV'den öğreniyor. Seçimini ona göre yapıyor. Ama yazılı-görüntülü basında, bilgisayarlarda ipe sapa gelmez bilgi ve haber akımı toplumu bunaltıyor. Gazeteler spor, sağlık, iş-ticaret-bankacılık, sanat, seyahat gibi özel merak alanlarını ilavelere taşıyarak okurların kalabalık sayfalarda boğulmasını önlemeye çalışıyorlar.
Gene de ‘haber-iletişim’ heyelanı Amerika'lıları daha içine kapanık, uzaktan komutalı bir yaşam stiline sürüklüyor. Bu yeni düzeni perde arkasında planlayan birileri mi var, yoksa teknoloji patlamasının gerekçelerini mi yaşıyoruz, bunu zaman gösterecek.
Paylaş