Paylaş
Türk devlet ve hükümet başkanlarının çoğu dış ziyaretleri basında ‘çıkarma’ sözcüğüyle niteleniyor. Siyaset, ekonomi uzmanları, bir kaç danışman yerine ordu gibi seyahate çıkıldığında resmi ziyareti, askeri terim ‘çıkarma’ ile tanımlamak yanlış değil.
Yanlış olan dış gezinin sayısal görkemini, hedef ve amaç ile orantılı sanmak. Başbakan Mesut Yılmaz'ın 200 kişilik son ‘Amerika Çıkarması’ bu sahada Türkiye'yi eşsiz kılıyor. İngiltere'den İspanya'ya, Rusya'dan Hindistan ve Japonya'ya gelişmiş ve gelişme yolundaki ülke liderlerinin Amerika seyahatlerinde kalabalık abartmasına kaçtıkları görülmüş değil. Gereksizlik, döviz sarfına yol açan masrafların yanısıra ev sahibini protokol güçlüklerine sokması.
Eğer Türkiye Başbakanı Washington'a ülkesinin AB'den dışlanmasını şikayete, Amerika ile dostluk tazelemeye, IMF'den kredi teminine, Avrupa'nın Airbus'ı yerine Amerikan Boeing'ni almaya gelmişse peşine kalabalık bir heyet takması gerekmez. Uçak alımı Ulaştırma Bakanı ile havacılık uzmanlarının, kredi müzakereleri ise zaten ‘çat kapı’ Washington'a gelen ekonomiden sorumlu devlet bakanı Güneş Taner'in işi.
Bunca yıldır yabancı başkentlerde, uluslararası kurumlarda hala ‘kaynak-kredi’ peşinde koşmaklığımıza sebeb olan ekonomik beceriksizliğimizin Türk milleti adına utanç verici olması başlı başına bir dert. Tekirdağ'dan Van'a, Tokat'tan Hatay'a bir ulusal anket yapın. Bakkal, manav, öğretmen, öğrenci, işçi, memur, ev kadını, emekliye bu borç, kredi arama gezilerini, tasvip edip etmediklerini sorun. Yıllar yılı kazancıyla kanaat eden, zamanı geldiğinde kemer sıkmaya hazır ama onurundan ödün vermemiş insanlarımızdan alacağınız cevabı görürsünüz.
Bunun ötesinde bir de AB durumu var. Büyüklerimiz ve çoğu politikacılarımız ‘‘İlle de bizi üyeliğe alacaksınız. Biz Avrupalıyız’’ diye yakınıp, Batı'ya tehditler sıralıyorlar. Başbakan Yılmaz AB'yi ‘Hıristiyan Klübü’ olmakla suçluyor. Avrupa hıristiyan değil de ne? Bu yakarışımız ayrı bir ayıp.
Londra, Paris, Brüksel, Roma, Atina gibi yerlerde sokaktan geçen insanları çevirip sorduğunuzda ulusal kimliğini, hıristiyan olan inanç bağlılığını tereddüt etmeden söyleyecektir. Bu toplum dün olduğu gibi bugün de, yarın da Türk insanının aralarına girmesine karşı çıkacaktır. Biz Avrupalı değil Türküz. Çoğumuz da müslüman. Dışarda yaşayan hangi vatandaşa da sorsanız, uyruk değiştirmişler dahil, alacağınız yanıt ‘Türk’ olacaktır. Avrupalı, Asyalı, Avrasya veya Orta Doğulu gibi damgalanmaya ne gerek var?
Türkiye'nin Avrupa sınırları içinde yer alması, ki coğrafyaya göre öyle, Türk'ün Avrupalı sayılması neyi değiştirecek, kimliğimize ne sağlayacak? Eğer amaç Avrupa ile iş, ticaret, ihracat ise zaten Gümrük Birliği statüsüyle ekonomik alışveriş süregeliyor. Avrupa ülkeleri ile ilişkilerimizi artık onur kıran suçlamaların dışına çıkarmak lazım. Kasaba boyu ülke başkanlarının ‘‘İnsan haklarını düzenleyin, komşularınızla kavga etmeyin, bölücü teroristlerle sorunlarınızı çözün’’ türünden direktiflerine Türk ulusunu muhatap etmeye kimsenin hakkı yok.
Dış dünya Türkiye'nin tarih, kültür, gelenek değerine ilaveten jeopolitik ve stratejik öneminin bizden fazla farkında. Saygın Amerikan gazetesi The Wall Street Journal başyazısında Türkiye'nin dört trilyon dolarlık petrol kaynaklarının naklinde kilit ülke olduğunu vurguladıktan sonra 21'inci yüzyıla geçişte tüm uygar ülkelerin Türkiye'yi yanına almasını öneriyor.
Yabancı başkentlere, yakınmaya, icazet istemeye, yardım için el açmaya gitmekten vazgeçmeliyiz. Avrupalı olma hevesini terkederek ekonomik işlerimizi, siyasi sorunlarımızı Türk kimliğine sarılıp çözmeye yönelirsek saygınlığımızı da korumuş oluruz.
Türk ulusu o zaman size alkış tutacaktır.
Paylaş