Sevgili okurlarım iyi bilir, hakkımda yazılanlara cevap vermem. Tahriklere kapılmam. Ben kendimi böyle bilirdim ama bu zorunlu açıklamayı yapmaktan bu sefer kendimi alamadım.
Hürriyet Pazar’da (23 Ocak 2005) Ne dediler? Özel Haber bölümünde adımı ve karikatürümü gördüm.
Bakın ben ne demişim:
‘Londra’da Royal Academy of Arts’ta düzenlenen ‘Turks’ sergisinin açılışında kitabın çıktığını duydum... Haberim olsaydı, sergiye gitmem söz konusu olmazdı... Yazık...’
Şimdi bu karikatürü görünce sevgili dostlarım Nazan Ölçer ile Filiz Çağman, bizi oralarda ağırlayanlar ne der. ‘Demek istemeye istemeye gelmiş!’ Bakın nasıl herkesle aramı bozan bir haber.
Efendim, ben böyle bir beyanat vermedim, adımın bu tür olaylara karıştırılmasından da hep kaçındım.
Látif Demirci’yi aradım, şu yanıtı verdi:
‘Evet, yazı biraz maksadı aşmış.’
Ardından Press bey dizisinden çıkan Şu Köşe, Yaz Köşesi kitabını okumaya başladım.
Sayfada siz de gördüğünüzde durumu anlayacaksınız. Beynime kan sıçradı. Bana söyleyecekmiş, Media’nın kitabını sattıracakmışım!
Şimdi bana kitap, hatta müsvedde yağıyor, aman bunu yazın, bastırın diyorlar, çünkü bu işleri iyi yaparmışsınız, Látif Bey’den öğrendik.
Bakalım bu kez nasıl bir açıklama yapacak bana.
Hayır, taktik değiştirmeye karar verdim. Onunla takışmaktan, dalaşmaktan vazgeçtim, bu açıklamayı bile yayınlamak için tereddüdümü zor yendim.
Çünkü Şu Köşe, Yaz Köşesi’ni okumaya başlayınca, karikatürleri çok sevdim, beğendim, bağışlayıverdim..
Meğer ben onun için daha önce övücü yazılar yazmışım, geçmişteki yazılarımı inkár edemem ki!
Sevgili Látif, senin gibi çizgi yeteneğim olmadığından yazımı gene senin çizgilerinle süslemek zorunda kaldım.
Görüyorsun ki, senin gibi çizer/yazarlar, yazarlara muhtaç değiller ama yazarlar daima senin gibi çizerlere muhtaç.
Press bey, etik ve tetik kavramlarını kullanmadan da, medyanın zeká eseri yaratıcıkla nasıl eleştirileceğinin de örneği.
Látif Demirci’nin karikatürlerinde, yazılarında; ben, ortaoyunundan, Karagöz ile Hacivat’tan gelme, halkın sağduyusu ile yarı aydının çarpışmasından doğan komik unsurunu bulurum. Aslında gülünç olan Güllü Hanım değil, Press bey ile Media’dır.
Látif Demirci, çizgideki ustalığını yazıyla iki misline yükseltiyor.
Tabii Şu Köşe, Yaz Köşesi’nde mizahını, güncelle başlatıyor, ama onun unutkanlığını, geçiciliğini aşan bir düzeye ulaştırıyor.
Onun yaptığı zor bir iştir, aynı tema’yı, aynı kişileri süreklilik içinde okuru sıkmadan çeşitlendirmek, iyi sanatçıların başarabileceği bir iştir.
Başkasında Press bey tipinden bıkabilirdik, tekrarlar canımızı sıkardı.
Ama günün olaylarını geniş bir toplamda ele alarak, toplumsal tarihimize mizahla tarih düşürüyor.
Onun ilgi alanlarının yaygınlığının bana bir yararı dokunuyor, normal yazılarda okumadığım, kulüpçülük duygularını da onun sayesinde öğreniyorum.
Chateaux Margo şarabını meşhur etti. Onun her karikatüründe Rambo’yu arıyorum.
Güllü Hanım bizi hayatın içine çeker. Sokaklara, statlara, siyasal meselelere.
Beşiktaşlıdır ama deplasmandan perişan halde dönünce tövbe eder, sokağa çıkma yasağı gününde Filistinlilere sapan yapar.
Güllü Hanım, halkçıdır, halkın hem zekasını, hem kurnazlığını temsil eder, ilericidir, yenilikçidir, yani halktır.
İnsanseverdir, hayvanseverdir, ama bilgili görünen cahillere, pozculara düşmandır, onları sevecenliği aşan bir tonda insanlık panayırında teşhir eder.
Pazar yazılarını öyle bir sarakaya alır ki, insan bir an acaba beni mi kastediyor diye düşünebilir:
Pirens Bey, pazar günleri hafif yazılar yazıyorsunuz diye ağır bi yemek yapmadım... Bi kaç patitis haşlayıverdim size...
Temin Kasapta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Bey’e rasladım Pirens bey, deyiverir.
Köşe yazarlarının hepsi bu kitabı okumalı, seyretmeli, kendilerinden çok şey bulacaklar.
Belki kendileri ödül almamışlardır ama En Başarılı Köşe Yazarı Koruması plaketini kazanmışlardır.
Korumalarla ilgili karikatürleri özellikle beni güldürdü, düşündürdü.
Postkoruma’sı olanlara göndermeleri sakın es geçmeyin.
Oğuz Aral’ı anlattığı karikatürde ona ait her şey var, ya karikatürdeki taramayla tarama yemeğini söylemesi, Demirci’nin cinas sanatındaki edebi ustalığını da gösteriyor.
Oğuz’un tarama konusundaki düşüncesi (fazla taramalardan kaçının) ancak bu kadar başarılı anlatılabilir, çizilebilirdi.
Güllü Hanım çarıklı erkanı harp denilen cinsten.
Baksanıza neler biliyor:
Yüzde kırk fakirleştiğimize göre, elde var yüzde 60...
Standard and Poor’s kredibiliteyi düşürdü diyelim... Moody’s ne yapar?.. Kısa vadeli kredi notunu kafadan indirir bi kere...
Kurbanla ilgili olanlardaki hoşluğu anlatmayacağım.
Hele Güllü Hanım’la bilgisayar ilişkisine dikkat edin, onda çoğumuza ironik göndermeler var.
Deformasyonları ayrı bir ustalıktır, yatakta yazı yazan Press Bey’e eşi, grup röportaj yapalım burda, der. Sekse ne zarif bir ima.
Hatırlayacaksınız bir aralık, her yerden Picasso tabloları fışkırıyordu.
Onu bir de Látif Demirci’den izleyin:
Kocaman bir kutu.
Ekonomik kriz var deyin, memleketten erzak göndermiş akrabalar, saolsun.. tarhanaa, bulgur, kuru üzüm, Picasso, buyday...
Şu Köşe, Yaz Köşesi sadece Press bey’in, Media’nın, Güllü Hanım’ın çevresinde dönmüyor; bakmayın adına, konu sadece medya da değil.
Bütün hayatımızı kuşatan her şey var bu kitapta, albümde.