Paylaş
ERTUĞRUL ÖZKÖK'ün sevdiğim, hayata ve mesleğe dair bir tesbitini anımsadım: ‘‘Herkesin bir cemaati vardır, insan o cemaatin içinde kendini daha iyi, daha mutlu hisseder.’’
Dün gece Pera Palas Salonu'nda edebiyatçı arkadaşlarımla bir arada yemek yerken, o duyguyu yaşadım.
Şükran Kurdakul'a plaket verilecekti, dostları da o gecenin sevincini paylaşacaklardı.
Davetlilerden bir çoğu onun çektiği acıları paylaşmışlardı, şimdi sevinci birlikte yaşamak onların hakkıydı.
Edebiyatın birleştirici, bağdaştırıcı gücünün güzel örneğini gözlemliyordum.
Şair Şükran Kurdakul'un gecesine her kuşaktan şairler, ebiyatçılar katılmıştı.
Kemal Özer, Özdemir İnce, Sennur Sezer, Metin Celal, İnci Asena, Turgay Fişekçi kendilerinden önceki kuşaktan bir ustanın gecesinde buluşmuşlardı.
Her masada edebiyat dünyamızdan tanınmış bir uste ve ustalığa aday adlar gözüküyordu.
Böyle gecelerde anılar sökün eder gelir.
Leyla Erbil'le birlikte, Şükran Kurdakul'un da katıldığı Rıfat Ilgaz'ın 70. yaş günü toplantısından söz ettik.
Askeri darbe sonrasında edebiyatın ve edebiyatçının olağanüstü duygu ve gövde gösterisiydi.
Geçen yıl TÜYAP Onur Yazarı Ödülü'nü alan Server Tanilli yaptı ilk konuşmayı.
Ne güzel söyledi, bir hukukçunun edebiyat için düşündüklerini Şükran Kurdakul'un gerçekleştirdiğini.
Edebiyat tarihine toplumcu-gerçekçi, sosyalist açıdan bakan birinin özlemini duyduğu anda onun 'Şairler ve Yazarlar Sözlüğü'ne kitapçı vitrininde rastladığını, edebiyat tarihi çalışmalarının onu nasıl sevindirdiğini, düşüncesiyle bu edebiyat anlayışının nasıl buluştuğunu iletti bizlere.
Böyle toplantılarda uzun uzun konuşmalar dinlenmez, biraz sonra masalardaki uğultu konuşmacının sesini bastırır.
Genel Koordinatör Deniz Kavukçuoğlu, bu tehlikeyi gözönünde bulundurarak, konuşmacılara 4 dakikalık zaman tanımış.
İkinci konuşmacı İlhan Selçuk'tu. O, her zaman dinleyicileri salondaki atmosfere hazırlama ustalığı gösteren bir konuşmacıdır.
Pera Palas'ta güzellikler ve ihanetlerin tarih içinde yaşandığını, onun için de her zaman ilgimizi çeken bir mekan olma özelliğini koruduğunu konuşmasında yansıttı.
Kırk yıllık dostu Şükran Kurdakul'un belleklerimizde kalan bir portresini çizdi.
Gecenin mutlu adamı Şükran Kurdakul, ince bir alayla hayatından küçük kesitler aktardı bize.
Öyledir o kuşak, insanlara direnç, güç vermiştir.
Neyi anlattı o?
Şiirini mi? Hayır.
Hayatının engebelerini mi? Hayır.
Türk edebiyatında neler yaptığını mı? Hayır.
Büyük üzüntülerini o gece hayatının arşivine bırakmış, gelecek kuşaklara emanet etmiş, bugünün sevincini paylaşmıştı bizimle.
Türkiye'de bir değişim de var, gelişim de...
İzmir'de Amerikan Neferi şiiri yüzünden Şükran Kurdakul'un başına neler gelmişti?
Şiirin hayatı değiştirdiğini söylemişti Kafka ama hayatı zehir edebileceğini yazmamıştı.
Gelin görün ki, Şükran Kurdakul, mutluluğunun kaynağını açıkladı:
‘‘İzmir'de Amerikan Neferi şiiri bugün TRT 2'de okundu dedi,’’ yani devletin televizyonunda bu sakıncalı şiirin okunabildiği günleri gördük.
Fethi Naci bunları dikkatle dinliyordu, bu anlatılanlar ondaki sıkıntı teybini de çalıştırmış, playbackten başına gelenleri bir an olsun kötü siyah kopyalı bir belgesel gibi seyretmişti.
Sanırım Demir Özlü, herkesten çok Şükran Kurdakul'un yaşadığı kötü günleri masasında her zamankı ince gülümsemesi ile dinlemiştir.
Çünkü bir derviş tevekkülüyle, bu da geçti yahu deyip, arkadaşlarıyla konuşmaya başlamıştır.
Mehmet H.Doğan, şiirle zulmün Türkiye'de neden bir arada olduğunu incelemeye başlamıştır bile.
Erdal Öz, Adnan Özyalçıner, Hüseyin Baş, Ergin Ertem, önceki kuşakların eserleri kadar hayatlarının da ne adar renkli olduğunu düşünmüşlerdir.
Böyle gecelerin bir başka güzelliği vardır.
Edebiyatın nasıl hayatın içinde boy attığnı, edebiyatçılığın ortak zevkinin yaşandığını duyumsarsınız.
Rüya gibi gecelerdir bunlar. Anılarımızı bir Karun hazinesi kadar zenginleştirir.
Paylaş