Süha Tuğtepe’nin ardından

ŞAİRLER, şairler için üzülüyorlar.

Çarşamba akşamı Enver Ercan beni arayıp, Süha Tuğtepe’nin Almanya’da öldüğünü, Türkiye’ye cenazesinin getirilip memleketi Cide’ye götürüleceğini söyledi.
Ben onunla tanışmadım, ancak Haydar Ergülen, Nişantaşı’nda kitap satış yerini tanımladığında onu yılların öncesinden biraz anımsadım.
Orhan Alkaya da, Seyhan Erözçelik de ondan söz etti.
Seyhan Erözçelik, benim mutlaka onu yazmamı istedi.
Şairlerin şaire gönderdiği bir selamı iletiyor benim yazım.
Süha Tuğtepe, 1956’da Cide’de doğdu. Ortaöğrenimini Ordu’da tamamladıktan sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümü’nü bitirdi. Şiirleri 1988’den itibaren çeşitli dergilerde yayımlandı. 1994’te Ali Rıza Ertan, 1995’te Orhon Murat Arıburnu Jüri Özel Ödülü’nü kazandı. Şiir Kitapları; Kış bir alkış mıydı (1992), Kül ve Kopuş (1995). Nişantaşı... Nişantaşı... isimli kitabında ise anılarını kaleme almıştı Tuğtepe.

NİŞANTAŞI... NİŞANTAŞI... Renkli Sinemaskop Yıllar... kitabı bir semt monografisi olarak, insanlarıyla birlikte anlatılması açısından ilgi çekicidir.
İyi şair Haydar Ergülen hem belki de bugünleri görmüşçesine, hem de kitabına dair çok güzel bir ifade kullanıyor: “Her öğlen Süha’yı göreceğini, tezgahından kitap seçip sohbet edeceğini bilerek Nişantaşı’nda çalışmanın keyfi başkaydı. Yakın arkadaşım, sevdiğim bir şair, göçebe bir dünyalı, ama Nişantaşı’nın da en ‘kıymetli değer’lerinden biriydi. Bunca dostluk biriktiren bir adam kim bilir ne güzel hatıralar da biriktirmiştir.”
İlk okuduğumda bende uyandırdığı hisleri, bugün tekrar göz gezdirdiğimde de açığa çıkaran bir kitap. Nişantaşı.. Nişantaşı... İlk okuduğumda işaretlediğim bölümler gerçekten onun şair duyarlığının da göstergesi sanırım.
“Dünyanın her yerinden gelmiş insanların yaşadığı bu ‘dünya şehri’nde bir kentli kültürü yaratılabilirse, İstanbul yeniden dünyanın kültür başkenti olabilir mi, bunu ben bilemem; uzman işi. Danış uzmana, feleğin şaşsın. Lakin İstanbul’da yaşayan herkes, ‘talan etmeye’ ayırdığı vaktin ve naktin yüzde birini buna ayırsa, kim bilir neler olur? Belki İstanbul yeniden dünyanın başkenti bile olur...”

Onu bir şiiriyle uğurluyoruz.
HÜZÜNLÜ FETİHLER
İÇİN SON KANTO
Sonsuz bir kırgın şimdi ruhum,
bu taş yığını gibi duran tarihin önünde.
Yeniden dönebilirsem geriye,
şu utanç dolu avucumun içinde.
“O nasıl barbar gündü boyun eğdiğin”
umutsuzca çırpınışın sinmiş üstüme.
Yaralı tenim gibi boyun eğdiğim,
kâbuslar yapışmış yüzüme.

Ben, Paflagonyalı yaralı gezgin.
Boyun eğmenin kahrolasıca çocuğu.
Lejyoner yollarından tırmanıp geldiğim içinde
ölüyorum her gün seninle.
Yazarın Tüm Yazıları