Paylaş
En önemli, en saygın, en tanınmış bir edebiyatçının anılarından söz etseniz, gazete yöneticilerinin sorusu bellidir: Olağanın, normalin ötesinde, okur çoğunluğunun dikkatini çekecek bir şey var mı? Yani sansasyon veya dedikodu var mı?
Edebiyat dünyasından böyle flaş haberler bulmak çok zordur. İyi bir edebiyatçı, iyi bir aile babası, işiyle evi arasında gidip gelmiş, evine gelince de yazı masasının başına geçmiş. İyi okuru var, edebiyat tarihinin yıldızlarından biri, ama ne yazık ki hayatında skandal yok. Haliyle anılarında haber değeri yok!
Bu karşılıklı etkileşim, kısırdöngüyü yaratıyor, gazeteciler ile okur birbirini şartlıyor.
Gazete yazılarının üslubu da değişti, artık doğrudan yazı tekniği kullanılıyor, edebi süslemeler, birkaç kalem dışında, gündemden kalktı. Uluslararası basın kuruluşlarından birinin yayınladığı raporda, bir köşe yazısının ne olduğunu ilk paragrafta okurun anlaması gerektiği yazılmıştı. Edebiyatın, edebiyat yazılarının bugün de önemini şu gerekçelerle de savunabilirim. Birçok Türk yazarından diziler yapılıyor, bir televizyon kanalı da çıkıp, bir program, bir açık oturum düzenlemiyor yazarı hakkında. Gazetelerin televizyon sayfalarını hazırlayanlar bütün oyuncular hakkında bilgi veriyorlar, magazin sayfalarında bu kişiler boy boy teşhir ediliyorlar, yazara gelince mutlak bir sessizlik ortalığı kaplıyor. O yüzden de bilgilendirilmeyen seyirci, kitapçıya gidip Aşk-ı Memnu’nun romanı çıkmış verir misiniz diyor, çünkü ona bu romanın yazarının Halit Ziya Uşaklıgil olduğu öğretilmemiş.
Edebiyat ve gazete ilişkisini irdelerken, elbet bunu genişleterek algılıyorum, o da kültürü, sanatın diğer türleriyle de düşünmeyi öneriyorum. Gazetenin edebiyat türlerine iltifatı sadece romana odaklanıyor. Öyküye, şiire pek yer verildiği görülmüyor. Ancak ödül aldıklarında gazete sayfalarına geçebiliyorlar.
Bugünün yaşama biçimi ile dünün yaşama biçimini karşılaştırırsak, edebiyatın gazetelerden uzaklaşması konusunda daha doğru ve gerçekçi saptamalara da ulaşabiliriz. Yıllar önce, bir resim sergisinin açılışında ressamlar dışında başka alanın uzmanları da bulunurdu. Sözgelimi Nuri İyem’in resim sergisini Ahmet Hamdi Tanpınar yazardı, oysa bugün türler, disiplinlerarası kopukluk yaşanıyor.
* * *
HECE’nin Dosya: Edebiyat ve Gazete’sinden bazı alıntıları aşağıda okuyacaksınız. Rasim Özdenören, dün ile bugünü karşılaştırıyor: “Gazete ihtiyacının ortaya çıktığı dönemde onun haber verme işlevi ön alıyordu. Ancak gazete kısa bir süre sonra haber verme işlevinin yanında bilgi verme, okuyucusunu eğlendirme işlevlerini üstlenmeyi de kendine iş edinmek zorunda kaldı.
Türkiye’de ise gazetecilik haberciler marifetiyle değil, fakat edipler marifetiyle yürürlüğe sokulmuştur. Edipler ürünlerini gazetelerde yayınlamaya başlamışlardır. Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarını gazetede yayınlaması Türkiye gazeteciliğinde farklı bir yönsemenin açılmasında ve benimsenmesinde başat etken olmuştur. O dönemde, gazetenin işlevinde edebi ürün yayınlamak belki de habercilikten daha önde geliyordu.”
Ali Çolak, ünlü edebiyatçıların gazetecilik serüvenine değiniyor: “Gazete bir sabah duasıdır diyen Hegel, gazeteciliğin çarkından geçmiş bir felsefecidir. Jonathan Swift, Kleist, Friedrich List, Heinrich Heine, Puşkin, Balzac, George Sand, Charles Dickens, Dostoyevski, Henrik İbsen, Tolstoy, Emile Zola, Bernard Shaw, Unamuno, Gorki, Andre Gide, Ortega y Gasset ve Albert Camus’nün farklı süreler gazetecilik mesleğinde ömür tükettiğini biliyoruz. ‘Mirror of Parliament’ gazetesinin meclis muhabiri Charles Dickens, ‘Berliner Abendblaetter’ gazetesi yazıişleri müdürü Heinrich von Kleist, Mercure de France’nin gezi ve röportaj yazarı Andre Gide ve ‘Toronto Star’ gazetesinin Paris’ten röportajlar yapan Avrupa muhabiri Ernest Hemingway...”
* * *
İNCELEME göstermektedir ki, gazetelerin edebiyata ihtiyacı var.
Paylaş