Paylaş
M. Şinasi Acar’ın Osmanlı’dan Bugüne Gözümüzden Kaçanlar* kitabını okumaya başlayınca, bazı sayfaları işaretleyip İstanbul’da dolaşmaya başladım.
Kitap sadece İstanbul’daki keşif ve bilgi alanlarını içermiyor.
Bütün Türkiye’yi kapsıyor. Bulunduğunuz ilde, ilçede hatta köyde, her gün rastladığınız, sürekli yanından geçtiğiniz küçük bir taşın, çeşmenin, levhanın tarihini öğreniveriyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki, her gün önünden geçtiğiniz küçük bir taş parçası tarihi değer taşıyormuş.
Mimarisine hayran olduğunuz caminin yazısı neymiş, kiminmiş öğreniyorsunuz. Acar’ın kitabı bizi ille de müzelere çağırmıyor, yolumuzun, işyerimizin yakınındakilerin farkına vardırıyor bizi.
Ben yanlışları düzelten kitaplardan çok hoşlanırım. Böyle kitaplar yayınlanmasaydı, ömür boyu yanlış bilgilerimizi sürdürürdük.
Önsöz’ü okuyunca gözümüzden kaçanların epeyce olduğunu öğreneceksiniz:
“Osmanlı’ya matbaanın Sultan III. Ahmed döneminde 1729’da, Avrupa’dan 273 yıl sonra geldiği söylenir sürekli olarak. Okullarda böyle anlatılır, köşe yazarları böyle yazar. Oysa 1493’te -Gutenberg’den 37 yıl sonra- İstanbul’da ilk kitap basılmıştır. Evet bu kitap İbrânîce’dir, ama Osmanlı’nın başkenti İstanbul’da basılmıştır.”
* * *
“SIRT hamalları”na şimdi sık rastlamıyorsunuz, genç kuşak onları görmemiş bile olabilir. Ama Sultanhamam civarında İstanbul’da var. Sırtlarında ‘semer’ denilen meşinden yapılmış yük yükleme askısını da görmüşsünüzdür. Peki ‘dinlenme taşı’ veya ‘hamal taşı’nı bilir misiniz?
Taşıma sırasında hamalın yükü indirip dinlenme olanağı yoktu. Zira ağırlığı sebebiyle tek başına sırtlaması mümkün değildi. Her defasında yükü indirip dinlendikten sonra tekrar yükleyecek kişileri bulması yok denecek kadar azdı. Özellikle yokuş yerlerde, hamalın semerindeki yükle birlikte üstüne oturarak nefeslenebileceği mola taşları düşünülmüştür. Bunlara dinlenme taşı veya hamal taşı da denir!
İstanbul’da Laleli Camisi’nde, Bursa’da Koza Han’ın giriş kapısının yanlarında görebilirsiniz.
Aziz Nesin’in Güzel Sanatlar Akademisi’nde (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) Şark Tezyinatı Bölümü’ndeyken çizdiği bir Neyzen Tevfik portresini de bu kitaptan öğrendikten sonra görebilirsiniz.
Sözlük anlamı, ‘doğruyu söylemek’ olan “sadaka”yı hepimiz biliyoruz.
Sadaka taşları nedir, nerelerde bulunur?
Halkın kolayca ulaşabileceği camilerin, çeşme, köprü, türbe, tekke, hazire, dergâh, han, hastane ve bakımevlerinin, kimi zaman da sık geçilen sokakların bir köşesine küçük taş sütunlar dikilirdi. Bunların üst yüzeyleri üzerine küçük bir çukur açılmıştır. İsteyenler sadakasını buraya bırakır, ihtiyacı olup para isteyemeyenler de buradan alarak sıkıntısını giderirdi.
Doğancılar İmrahor Camisi’nden (Üsküdar), Eyüpsultan Karyağdı Tepesi, Kastamonu Kambur Köprüsü üzerindeki sadaka taşlarını keşfedebilirsiniz.
Acar’ın çalışmasında, müzeler hakkında bigiler de unutulmuş değil.
Güneş Saati’ni duymuş veya okumuşsunuzdur. 2009 Dünya Astronomi Yılı’nda, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde yapılan güneş saatini yolunuz düşerse görün. Dolmabahçe Sarayı’nı gördünüz, gezdiniz ama Ahmet Eflâkî Dede’nin saati dikkatinizi çekti mi, özelliklerini biliyor musunuz?
* * *
ACAR’ın kitabı keşif tutkusunu uyandıran bir çalışma. Tatil dolaşmalarınızı renklendirecek, donanımlı kılacak. Hoşça zaman geçireceksiniz.
Size sağlıklı, gündelik dertlerden, gerilimlerden uzak ve muhakkak kitapla dolu bir bayram diliyorum.
* Osmanlı’dan Bugüne
Gözümüzden Kaçanlar, M. Şinasi Acar, Yem Yayın.
Paylaş