Paylaş
* * *
“Sayın Doğan Hızlan,
‘Tarihle Hesaplaşmak’ yazınız üzerine ben de şunları yazmak istedim. Geçtiğimiz ay üç günlük Rodos ve günübirlik Midilli gezisi yaptım. Özellikle Rodos Kalesi içinde Osmanlı izlerini görebilmek bana hüzün ve acı verdi. İtalyan işgali sırasında pek çok Osmanlı eserinin yıkılmasına karşı ayakta kalabilmiş ama kapılarına kilit vurulmuş camiler ve çarşıların düzeni, çocukluğumun Üsküdar’ı, Mahmutpaşa’sını hatırlattı. Halklar arasındaki ilişkide, özellikle esnaf açısından, ticaretin öncelikli olduğunu anladım. ‘Türk kahvesi mi, Yunan kahvesi mi?’ sorumu gülerek yanıtlayan garsonlardan ‘boş verin, ne önemi var’ cevabını aldım. Ama iş belgelemeye, tarihe gelince belirli bir kesimin Türkler’i dünyaya canavar gibi göstermekten vazgeçmediğini gördüm. Rodos Arkeoloji Müzesi kitap standında Osmanlı askerlerinin gözü dönmüş katiller olarak resimlendirildiği kitabı satın almak isteyince, satıcı Türk olduğumu anlayıp, kitabın tek nüsha kaldığını, satamayacağını söyledi. Keşke alabilseydim, fotoğrafları size yollardım. Ayrıca, tanıtım broşürlerinde Rodos tarihinin kronolojik sıralamasında tarih öncesi dönem, şövalyeler dönemi, İtalyan dönemi vs. denilirken Osmanlı için Türk işgal dönemi yazılmış. Bunlar da devlet politikası değil midir, hem de günümüzde...
Rodos’ta çok az sayıda kalan Türkler sıkıntılarını söylememeyi, geçiştirmeyi (korktukları için) yeğlediler. Söyledikleri, Girit adasında hiç Türk’ün kalmadığı idi.
Rahmetli kayınpederim Kamil Karabekir, ailesi ile çocuk yaşta bütün varlıklarını geride bırakarak Yanya’dan Türkiye’ye göç etmiş. Yanya türkülerini dinlerken gözleri dolar, Rumca konuşacak insan arardı. Ara sıra ‘saganaki’ denen peynir kızartmasını yemeyi pek severdi.
Yıllar sonra geçmiş deneyimlerden şu sonucu çıkartmalıyız:
Tek taraflı yazılar, duygusal makaleler, ticari romanlar veya filmler anavatana beş parasız göç eden Türkler’e karşı ayıp olmaz mı?
Saygılarımla.”
Oya Kılıç Karabekir
* * *
2 Eylül tarihli ‘Yazaroğlu yazar yok mu?..’ yazımı zenginleştiren e-postası için Turgay Fişekçi’ye çok teşekkür ederim:
“Sevgili Doğan Ağabey,
Bugünkü yazınızı okurken aklıma geliveren birkaç ismi de ben sıralayayım:
Samet Ağaoğlu-Tektaş ve Mustafa Kemal Ağaoğlu
Erdoğan Alkan-Tozan Alkan
Aziz Nesin-Ali ve Ahmet Nesin
Oktay Rifat-Samih Rifat
Cevat Çapan-Alişan Çapan
Özker Yaşın-Neşe ve Mehmet Yaşın
Vedat Türkali-Barış Pirhasan
Selam ve sevgilerimle.”
Turgay Fişekçi
* * *
“Doğan Bey merhaba,
Tren yazınızı okurken Enis Batur’dan söz etmişsiniz, ama galiba Eskişehir’e yer kalmamış. Oysa tren denince Eskişehir, Eskişehir denince de akla tren ve Adalet Ağaoğlu’nun ‘Üç Beş Kişi’ adlı romanı gelmez mi?
Romanın başkahramanı Kısmet, kocasından kurtulmak, eski sevgilisi Ufuk’la buluşmak için İstanbul’a gidecektir. Telgraf çeker. Onu kardeşi Murat, Haydarpaşa Garı’nda karşılayacaktır... Roman saat 23.00-02.00 arasında geçen üç saati anlatır.
Trenler güzeldir! Bu romandan güzel bir dizi film çıkabilir.
Esenlikler dilerim.
Selamlar, saygılar...”
Hikmet Altınkaynak
* * *
Yazar dostum Ali Dilber’den bir saptama:
“Sevgili Doğan,
İyi yazar, okurunun zihnini kurcalar, anılarını tazeler. Sen de bugün öyle yaptın... 50’li yıllarda yataklı ile Ankara yolunda, gece yarısını geçe trenin durduğu istasyonlarda, ‘azte..gazteee’ diye bağıran çocuklar...
Metin Erksan’ın sadece dostlarına çekim planlarıyla defalarca anlattığı dev projesi: Hicaz demiryolu...
Sevgiler.”
Ali Dilber
* * *
OKUR görüşlerinin bir yazının tamamlayıcısı olduğu kanısındayım.
Paylaş