Doğan Kuban’ın Osmanlı Mimarisi, yazarının da söylediği gibi bir Osmanlı tarihi olarak nitelenebilir.
Yazar, "Osmanlı Avrupa’nın İslám sınırıdır. Akdeniz, Balkan, Anadolu kültürlerinin birleşmesidir. Konut yapmak, yeni bir vizyon sayesinde gelişmiştir. Eşi olmayan bir kubbe mimarisi yaratmıştır.
Osanlı’nın kendine özgü bir mimarisi vardır, Selimiye Camii bunun tacıdır. Mimar Sinan, her şeyi filtre etmiş, almış bu modern Selimiye’yi yapmıştır" cümlesiyle gerek mimari zenginliğini anlatıyor imparatorluğun, gerekse Avrupa ile mukayesesini yaparak, bir uygarlığın dökümünü çıkarıyor.
Doğan Hasol’un dediği gibi bu kitap bir başyapıt.
Görsel malzemeyi, fotoğrafları Cemal Emden yeniden çekmiş, arşiv malzemesi kullanılmamış.
Doğan Kuban’a göre, "Bizde henüz Osmanlı tarihi yazılmadı. Belgeler 15. yüzyıldan sonra oluşmaya başladı. Onun içindir ki, bizde genel bir Osmanlı tarihi yazılmadı."
Önsöz’de Osmanlı Mimarisi’nin özelliklerini anlatıyor Kuban: "Osmanlı İmparatonluğu’nun politik yapısına paralel olarak Osmanlı mimarisi de Asya ile Avrupa, İslám dünyası ile Hıristiyan dünyası arakesitinde gelişmiş, Akdeniz çevresi geleneklerini Orta ve Yakın Doğu gelenekleriyle buluşturan uzun nefesli ve özgün bir mimari üsluptur."
Osmanlı Mimarisi’nin bazı bölümleri üzerinde duracağım. Bana göre, uzmanlar dışında meraklılarının, ilgilenenlerin de yararlanacağı bilgiler var burada.
Kültür ve Sanat Bağlamında Osmanlı Kimliği yazısında; bazı kavramlar üzerine ortaya sürdüğü tezler, sanırım mimari tarihinin ötesinde bir Osmanlı tarihinin satırlarını içermektedir.
Aşağıdaki tespit, dünden bugüne bir anlayışı özetlemekte:
"Osmanlılar bütün tarihleri boyunca sanatçıların, etnik, dinsel, kökenleriyle hiç ilgilenmemişlerdir. Bu, imparatorluk kavramı içinde mimaride olduğu kadar her alanda doğal bir tutumdu."
Kuban, bu tespitten yola çıkarak, Osmanlı toplumunda, mimarisinde nüfusta her katmanın rolü olduğunun altını çiziyor.
14. Yüzyıl Osmanlı Toplum Kültürü ve Yapı Programı bölümünde toplum kültürünün oluşmasında Yunus Emre’nin etkisini vurgulamaktadır: "Onun için düşünce ve ruh dünyasının bize ulaşmasını Farsça ya da Arapça olarak değil, yaşayan bir Türkçe ile dile getiren Yunus Emre, Selçuklu çağı sonu ve Osmanlı çağı başında devlet kuran toplum kültürünün ve onun dilinin eşsiz temsilcisidir."
Kuban, mimari ve sanatın değerlendirmesini yaparken, göçer toplumdan yerleşik topluma geçiş sürecini incelerken, kültürel altyapıyı öne alarak, mimari tarihini bir kültür tarihine oturtmaktadır.
Kitabın okunması gereken bölümlerde ilk sıraya alınması gereken, Çağ Dönümünde Osmanlı ve Rönesans Dünyaları başlıklı bölüm. Zira, Osmanlı ile Batı dünyasını karşılaştırması yalnız mimarinin değil bütün kültürün mukayesesini yapıyor.
Bu bölümde, Rönesans’ın getirdiklerinin bize yansımadığından söz edilirken fark edemeyişimizin altını çizmektedir: "İstanbul’un fethinden Kanuni’ye ve bir tanrısal lütûf olarak bakılacak Sinan’ın yaşamından İkinci Viyana Kuşatması’na kadar Osmanlı, Avrupa’nın kıyısında, fakat onu görmeden yaşamıştır."
Sanırım okunmadan geçilmeyecek sayfalar, Sinan’ın Yaşamı ve Sanatı başlığını taşıyandır.
Saray-ı Hümayun’da Topkapı Sarayı başta olmak üzere Edirne Sarayı, Manisa Sarayı üzerine de notlar yer almaktadır. Elbette ki Sinan’ın mimaride geldiği ve getirdiği nokta, en önemli özelliği içermektedir.
Osmanlı Mimarisinde Batılılaşma’nın Aşamaları’nda Kuban, etki haritasını şöyle çiziyor: "Türkiye’de mühendislik mimarlık alanlarındaki bütün gelişmelerin Fransa kökenli oldukları söylenebilir."
Batılılaşma’nın Kentleşme Boyutu ve Yeni Konut Mimarisi’nde konaklar, kágir konaklar, dizi konutlar bölümleri, bugüne gelen, kentleşme kavramı konusunda bize tarihi bir perspektif getirmektedir.
Doğan Kuban’ın Osmanlı Mimarisi kitabı hiç kuşkusuz mimari ekseninde Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal, toplumsal tarihini, aşamalarını gösteriyor.
Bence, mimari bağlamında, Osmanlı tarihi için, bir uygarlığın konuta yansıyışı, bize imparatorluk hakkında genel bilgi de vermektedir.
Eğer, genel tarih kitaplarımız olsa, eğer edebiyattan siyasete kadar, kuşatıcı bütüncül eserler yazılsa, tarihimizi kısa yoldan daha doğru, daha bilimsel öğrenme olanağına kavuşacağız.
Okurlara bu kitabı salık verirken, şu hatırlatmada bulunayım.
Sadece bir mimarlık tarihi değil bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun uygarlık tarihi aynı zamanda. Zira bu uygarlığı oluşturan birbirinden çeşitli birçok unsur var.
Kitaplığınızda bulundurmalısınız, zaman zaman mutlaka başvurma gereği duyacaksınız.
KİTAPTAN
SİNAN’DAN ÖNCE OSMANLI MİMARİ BEZEMESİ
Taşoyma: Osmanlı mimarisinde taş bezeme, Selçuklu döneminin olağanüstü üretimi ile karşılaştırıldığı zaman, tümüyle ikincil bir sanat etkinliği olarak gözükür. Yapı tipolojisine ilişkin birçok formülün Doğu’dan gelmesine karşın Selçuk taşoyma geleneğinin Batı’ya uzanmamasının birkaç nedeni olabilir.
1. Selçuk taşoymacılığı Orta ve Doğu Anadolu’nun yerel sanatı olarak gelişmiştir. Başka bir deyişle Selçuklu yapılarının taşoymacıları, ülke içinde gezici olsalar bile, bu geleneği kendi topraklarında yapan ustalardır ve bunlar Osmanlı bölgesi 14. yy’da sanatları için herhangi bir açılım vaat etmediği için Batı’ya gelmemişlerdir. Bu hipotez kabul edilirse Selçuk taşoyma tekniklerinin, modeller değişik kaynaklı olsa bile, gezici sanat topluluklarından çok, yerel ustalar tarafından yapıldığını kabul etmek gerekir. 14. yy’da Karaman Beyliği döneminde 13. yy taşoyma geleneğinin sürdüğünü gösteren pek çok uygulamayı biliyoruz.
2. Erken Osmanlı mimarisinin Orta Anadolu ile sürekliliği, sırlı malzeme, mukarnas ve daha çok strüktürel bezemesel bir motif olan Türk üçgenleriyle sınırlıdır. Mimari tasarımda taçkapı motifinin hemen hemen ortadan kalkması, taşoyma süslemenin yok olması ve yeler duvar örgü tekniklerinin kullanılması 14. yy yapılarında çalışan yerli ustaların Selçuklu taşoyma sanatı ortamına uzak olduklarını gösterir.
Mimari Bezeme Olarak Çini: 14. yy Batı Anadolu mimarisi, bazı büyük yapıların özel konumu dışında, bütün bölgelerde benzer özellikler gösterir. Osmanlı Devleti’nin egemenlik alanı genişledikçe yeni siyaset ve kültür ortamının kendine özgü çizgileri de daha fazla belirlenmeye başlarken, Ortaçağ’dan uzanan bazı özellikler yeni gelişmelere daha zor uyabilmişler, bu da giderek Osmanlı kültürünün geleneksel biçim ve tekniklerle kendi yorumunu geliştirmesine yol açmıştır. Selçuk çağının taşoyma üslubu, Bursa Yeşil İmaret-Zaviyesi’nin dinamik ve sihirli taçkapı bezemesinde tümüyle kendine özgü gösterisini yaptıktan sonra yok olmuş, çinide ise giderek yeni üsluplar ortaya çıkmıştır.
Alçı Mukarnas Bezeme: İslam ülkelerinde ister Emevi çağının Kusayr Amra, Hırebete’l-Mefcer gibi erken örneklerinde, ister İslam dünyasının öteki ucunda olsun, alçı süsleme tekniklerinin kullanılması yaygındır. Taraz’da Şehristan’daki büyük evlerde kubbeli, cehennemlikli ve duvarları resimli ve alçı süslemeli hamam yapılarının varlığı bu tip yapılarda eski ve yaygın kökenini belirlemektedir.
DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ
Louis Althusser-Etienne BalibarKapital’i Okumakİthaki
Esmahan AkyolŞüpheli Bir ÖlümMerkez Kitap
Adalet AğaoğluDamla Damla Günler I-II-III İş Bankası Kültür Yayınları