Paylaş
Zorunlu göçler, insanın evinden barkından olmasının fiziksel acısı, belki bir gün diner ama yüreklerdeki tortusu hiçbir zaman yok olmaz. Hatta gittikçe katranlaşır.
Ali Dilber’in Selânik Alev Alev - Selânik’ten İstanbul’a Gerçek Bir Göç Öyküsü adlı romanı, bir ailenin trajik macerasının belgesel anlatımı. Kitaptaki iki takdimi okuyunca niteliği konusunda öndüşünceye sahip olursunuz:
“Sürgünlerle yangınlarla, yıkımlarla göçe zorlananlardan olan annemin, sakallı dedemin, anneannemin anısına, ve büyük kurtarıcı sayesinde bu acıları çekmemiş olan çocuklarıma...”
“Muhacirler, kaybedilmiş toprakların millî hatıralarıdır.”
Mustafa Kemal Atatürk 12.01.1931.
Romanı okuyup bitirdikten sonra, belleğime yıllar önce Hürriyet Yayınları arasında yayımladığım Giorgio Bassani’nin Kararan Bahçeler düştü. Bir ailenin ekseninde, faşizmin İtalya’ya bir sis gibi yayılışını anlatıyordu.
Romanda da yangınla başlayan olaylar, göçün kötü habercisiydi. Olağan günlerdeki hayatla, göç rüzgârının hissedilmeye başladığı hayat arasında büyüyen farkları okuyacaksınız. Roman, sadece bir göçün öyküsü değil, bir imparatorluğun da toprağını ve onun üzerinde yaşayanları kaybedişinin kitabı. Roman beş bölümden oluşuyor:
I. Yangından öncesi,
II. Yangın başlıyor - 18/19 Ağustos 1917.
III. Elveda Selânik,
IV. Kapitan Kostaki gemisi,
V. İzmir.
Romandaki Yangın başlıyor bölümü, beni etkileyen sayfalar. Bir kenti sevmenin derecesini, umutların ateşler içinde eriyip gidişini fark edeceksiniz.
Yangın, birçok roman kişisinin daha iyi tanınmasında, Selânik’in etnik yapısının ortaya çıkışında sanki bir turnusol kâğıdı görevini üstlenmiş. Selânik’te bunlar yaşanırken, yarası kapanmayacak bir göç başlarken, dünya ve Osmanlı İmparatorluğu ne haldeydi? Buralara nasıl yansıdı? O soruların da yanıtını bulacaksınız. Romanın esas kahramanlarından biri Zişan’ı da kahramanlar arasına koyabilirsiniz. Kitabın esas malzemesi şöyle özetlenebilir: Yazarın, Selânik yangınını on yedi yaşındayken yaşayan ve yangın sonrasında kaçarak geldikleri İzmir’in Frenk mahallesindeki Fegaro terzihanesinde işgal günlerini geçirmiş olan annesinin anlattıkları, bu romanın esas malzemesidir.
Kapitan Kostaki gemisi, gördüğünüz filmlerdeki göç sahnelerinden, filmdeki gemideki göçmen sahnelerinden çok daha gerçekçi, etkileyici.
Göçün insanlarda, âşıklarda bıraktığı silinmez izleri, kaç kişi yaşamıştır? Bir başka kente geliyorsunuz, ne yapacaksınız daha doğrusu ne yapabilirsiniz? Problemler denizinde yüzerek boğulmamaya çalışacaksınız. Göçü yayaşanlar yeniden bu kâbusu yaşayacaktır bu romanı okuduklarında, bilmeyenler de tarihimizin trajik sayfalarını öğreneceklerdir.
KİTAPTAN
Yangın başlıyor (18/19 Ağustos 1917)
İkindi ezanı çoktan okunmuştu. Vakit akşama yaklaştığında Yahudi mahallesinin arka taraflarında alevler göründü... Ateşi ilk görenler, pencereden, kapıdan, bahçeden konuya komşuya seslendiler. Yoldan geçerken elleriyle, kollarıyla o tarafları göstererek, “Zişan, gördün mü?” diye sorup gidenler çoğaldı.
Önceleri herkes bir büyük ev yanıyor sandı. O mahalle bizden rahat görünse de uzağımızdaydı. Yürüyerek oralara gitmek zaman alır, talika arabayla bile yolculuk bayağı sürerdi. Bizim evden oraya doğru bakanlar, ‘Söndürürler şimdi’ diyerek, çok oyalanmadan akşam sofrasının hazırlık işlerine geri döndüler. Gene de ara ara pencereye yaklaşarak o tarafa bir göz atıyorduk. (...)
Yangının şu an aldığı şekle bakınca, vebanın başladığı zamanlara benzediğini, artık önü alınamazmış duruma girdiğini konuşmaya başladı bahçedeki yaşlı insanlar takımı. Kimine göre, mahallede tutuşacak hane kalmayınca, yani hepsi kül olunca, kendiliğinden sönecekmiş bu afet, kimine göre bir ‘yeddi gaip’ gelip elini ateşe sokarak durduracakmış onu. Çimenlere yayılmış bunları dinlerken vakit iyice ilerlemişti; gecenin koyu karanlığının bastıracağı zaman gelmişti. Ama karanlığın ne koyusu, ne açığı görünürde yoktu, gecenin rengi alevlere yenik düşmeye başlamıştı. Git git gece bitiyor da gündüz oluyor gibiydi. Yangının saldığı ışık bir bulut gibi Yahudi mahallesinin üstüne yerleşmişti; oraları iyice aydınlatıyor, yeni kavramaya başladığı yerleri de hemen gündüze çeviriyordu. Alevler yükselebildiği kadar yükseliyor, kıvrım kıvrım bükülerek gökyüzünü dolaşıyorlardı... Sanki semada lüle lüle, sarıdan kızıla çalan kıvırcık saçlar dalgalanıyordu...
Doğan Hızlan’ın seçtikleri
Necib Mahfuz
Ezilenler
Kırmızı Kedi
Necdet Özakıncı
Taşradan Futbol Hikâyeleri
İletişim
Nizami-yi Gencevi
Leylâ ile Mecnun
Say
Matt Ridley
Akılcı İyimser
Boğaziçi Üniversitesi
Paylaş