Paylaş
Sonra sinema salonuna giriyorum, sinema tarihinin muhakkak görülmesi gereken filmlerini, kendi yaşadığım kentte seyredebiliyorum. Birçok filmin galasının olduğu bir festivali takip ediyorum... Aynı şekilde tiyatroda da önemli temsilleri izliyorum! Birçoğu yaşayan büyük ustalar bunlar...
Sonra Bienal’i geziyorum: Türkiye’de ve dünyada görsel sanatın vardığı yeri seyrediyorum. Günümüz sanatının bütün alanlarını güncel olarak yerli ve yabancıları izleyerek mukayese edebiliyorum. Böyle böyle, zamanda geriye giderek tam 40 yıl sayıyorum...
İKSV’nin 40 yılını yazılarla, belgelerle bize sunan kitabını okurken, benim yaşamımdaki yerini, kareler halinde belleğimden geçiriyorum.
Dünden bugüne kesitler, çekilen zorlukları da etkiliyor. Bugün 40 yıl öncesini anımsıyorum.
O yılları, o coşkuyu yeniden canlandırıyorum gözümde, dinlediğim konserlerden ezgiler kulağımda yankılanıyor.
Kurumların tarihçesi, başarılarla sıkıntıların, engellerle atılımların bir arada bulunduğu kitaplardır. İlkay Baliç ile Didem Ermiş’in hazırladığı, 370 Kişi İstanbul
Kültür Sanat Vakfı’nın 40 Yılını Anlatıyor kitabı bunun en güzel örneklerinden. Tasarımı da Bülent Erkmen’e ait.
Kurumun tarihi, yıl yıl yazıya aktarılmış, röportajlar, yazılar taranmış, fotoğraflarla süslenmiş. Kurum tarihleri hem belgesel özellikleriyle önemlidir hem de kuruma emek verenlere vefa borcunun ödendiği kitaplardır. Hiç kuşkusuz benim için bu belgeler, anımsatmalar kendi bireysel tarihime de göndermeler yapmamı sağlıyor. İlk toplantılar, dinlediğim solistler, orkestralar. Nice ilkler...
Bir kurumun tarihinin tek bir kişi tarafından kaleme alınması veya elindeki bütün verileri bir araya getirerek tekdüze anlatması, yeterince kapsayıcı olmuyor. Oysa, 370 farklı kişi, bir kurumu, o kurumun düzenlediği festivalleri anlatınca, onun tarihini renkli, çok yönlü biçimde öğreniyoruz. Dahası ülkenin kültür-sanat geçmişine de tanıklık ediyoruz! İ-Ka-Se-Ve’yi hazırlayanlar, “Bir kitap yapmak” adlı giriş yazısında “Bizim için asıl merak konusu, İKSV olarak bildiğimiz kurumun 40 yıl boyunca ‘neler yaptığı’ değil, bütün bunları ‘nasıl’ yaptığıydı” diyor.
* * *
O “nasıl”ın tanıklarından biri olarak, hiç de kolay olmadığını söylemeliyim...
Rahmetli gazeteci arkadaşım Engin Karadeniz’in yazısından bir cümle: “Müzisyenler tapınağına dönen Aya İrini”.
Girişimi başlatan, bu işe gönül verenleri bir araya getiren Nejat Eczacıbaşı, Festival’in başlamasını tüm detaylarıyla anlatıyor. Nejat Eczacıbaşı’nın ölümünden sonra yönetimin başına Şakir Eczacıbaşı geçti. Festivale yenileri katıldı, kendini bu kurumun yükselişine adadı, ne yazık ki Deniz Palas’ın tüm çilesini çekmesine rağmen, taşınmaya yetişemedi...
Uzun yıllar festivalin genel müdürlüğünü yapan Aydın Gün’ün film festivalinde ortaya çıkan sansür için söyledikleri, bugün için de geçerlidir: “Sanat ve kültür alanında en müstehcen söz ‘yasak’ sözcüğüdür. Sanatı ve sanatçıyı çirkin bir darlığın içine atmaktır bu”.
Şakir Eczacıbaşı’nın ölümünden sonra başkan olan Bülent Eczacıbaşı, ileriye dönük düşüncelerini ve temel motivasyonlarını şu sözlerle dile getiriyor: “İKSV’nin, yapmakta olduğu etkinlikleri sürekli iyileştirerek devam ettirirken, bunlara yenilerini eklemek için çalışması, sahip olduğu yenilikleri kültür sanat dünyamızın hizmetine yepyeni projelerle sunmak için çaba göstermesi gerekiyordu”.
* * *
İKSV’nin kültür-sanat alanındaki başarısını daha nice seneler sürdürmesini dileyelim. Bu kitap bize yarının umudunu veriyor.
Paylaş