Hem paşazade, hem okul müdürü hem hamal, hem boyacı, hem makinist
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
ORHAN KARAVELİ’nin Sakallı Celál kitabı, özgür kalmak için her şeyden fedakárlık eden bir aydının yaşamı.
Birçok yazıda onun söylediklerini okumuşsunuzdur, bildikleriniz birkaç anekdotu geçmez.
Oysa Sakallı Celál önemli bir adamdır. İşte ‘Bir bilinmeyen ünlü’nün yaşam öyküsünde onu tanıyacaksınız.
Genellikle araştırma kitaplarında uygulanması gereken bir yöntem vardır. O kişiyi anlatırken, olayları öylesine o kişinin bireysel tavrına kilitleriz ki, ne dönemi, ne de çevreyi öğreniriz.
Orhan Karaveli, Sakallı Celál’in kişiliğinde Osmanlı İmparatorluğu’ndan cumhuriyet dönemine kadar, birçok olayı da araştırmalarında bize aktarıyor. Hiç kuşkusuz belgesel çalışmanın gerektirdiği ciddiyet budur.
Onun en yakın dostları bile soyadının Yalnız olduğunu Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan ölüm ilanından öğrendiler.
8 Haziran 1962 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde şöyle bir ilán yayınlandı:
‘ÖLÜM
Bahriye Názırı Amiral Hüseyin Hüsnü Paşa’nın aziz oğlu, Galatasaray Lisesi 1907 mezunu 110 Celál Yalnız
SAKALLI CELÁL
6 Haziran Çarşamba günü ebediyete intikal etmiştir.
Cenazesi 8 Haziran Cuma günü (bugün) saat 10’da Galatasaray Lisesi’nde bir vakfeyi müteakkip öğle namazı Şişli’de eda edildikten sonra Rumelihisarı’ndaki ebedî istirahatgáhına tevdi edilecektir.’
Sakallı Celál’in yaşamını okumak, öğrenmek, Türkiye’yi ve insan davranışlarını öğrenmek açısından çok önemli nitelikler üzerine bizim düşünmemizi sağlayacaktır.
Para, mevki, iktidar hırsının insanlara her şeyi yaptırdığı, her tavizi hoş gördüğü bir dönemde, belki bu teslimiyetçi yargılarımızı değiştirecek özellikleri onda bulacaksınız.
Bahriye Názırı’nın oğlu olacaksınız, iyi mevkilere geçeceksiniz, para kazanacaksınız ve sonra da Sakallı Celál olacaksınız.
Bu kolay iş değil. Herkesin başarabileceği bir insanlık zaferi değil.
Bu niteliklere sahip biri olduğunuzda, her yerde itibar görürsünüz, her davette en önemli köşeye konuk edilirsiniz, en bilgili ve bilge insanlar size özel saygı gösterirler ve hiçbir yazılı belge bırakmadığınız halde insanlar sizi baş tacı ederler.
Sakallı Celál örneği bize acı bir gerçeği ispatlamaktadır.
İster rejimin adı imparatorluk olsun, ister cumhuriyet, küçük insanlarla uğraşmaktan büyük işler yapamazsınız.
Nerede oturduğu, nasıl yaşadığı, neyle geçindiği pek bilinmez. Ünlü akrabalarından bir talepte bulunmaz.
O da Galatasaray Lisesi’nden hocası Tevfik Fikret gibidir. Hak bellediği yolda yalnız gider, küser ve hemen istifayı basar.
Aslında onunla ilgili öyküleri, anıları okuduğunuzda duygusal bir kişilik olduğuna hemen karar verebilirsiniz.
Kardeşi Nihal’in ölümünden sonra bir travma geçirir, okulunun yanışından sonra da...
Onurlu kuşağın bütün özellikleri vardır onda. Bu açıdan da bugünkü kuşağa onur kavramı için yaptıklarıyla bir örnek olmalıdır.
İlkelerine bağlı, inandıklarından, düşündüklerinden taviz vermeyenlere, geri kalmış toplumların bakış açısı, biraz utanç vericidir. Çünkü doğruları tartışacaklarına, söylenilenleri değerlendireceklerine, bunu söyleyene biraz meczup, hatta biraz abartıyla söylemek gerekirse, deli gözüyle bakarlar.
Sakallı Celál hakkında iyi yazarların, tanınmış gazetecilerin, dostlarının yazdıklarına baktığınızda, gerçekten incelenmesi gereken bir kişilikle karşılaşırsınız.
Ahmet Haşim’den Vá-Nû’ya, Fikret Adil’den Haldun Taner’e kadar dostlarının yazdıkları, onun Türk kültür ve aydınlar tarihindeki yerini belirlemeye yeter belgelerdir.
Çok kimseyi de, yaşamıyla, konuşmalarıyla etkilemiştir.
Melih Cevdet Anday, Raziye romanındaki Dayı karakterinin ona benzetilebileceğini yazmıştır.
Hiç evlenmedi. Belki de bir bağın özgürlüğünü kısıtlayacağı korkusundan.
Bütün yanlışlarla mücadele etti, başta futbol oynamayı eleştiren din hocasıyla.
Türkiye’nin sorunları, siyaseti, insanı üzerine düşünmenin nelere mal olduğunu Sakallı Celál’in hayatını okurken bir kez daha, üzülerek öğreneceksiniz ama içinizden bu ilk değil ki diyeceksiniz.
Tabii ki ilk de değil son da. Ancak haksızlığa direnenlerin tarihe geçtiğini, hep saygıyla anıldığını görünce, onu örnek alabilirsiniz.
Onun mezar taşında şu yazılıdır:
Celál Yalınız (Yalnız değil). 1886-1962.
Bir de Türkçe-Farsça karışımı bir dize:
Bağban bir gül için bin háre hizmetkár olur
Bugünün Türkçesiyle: Bahçıvan (veya bağ bekçisi) bir gül için bin dikene katlanır (veya hizmet eder.)
Yazısıyla fotoğrafıyla, Orhan Karaveli, bize önemli bir karakteri, aile çevresiyle, yaşamıyla iyi bir belgesel biçiminde sunuyor.
Örnek hayatlara her zaman gıpta ettim. Sizin de öyle olduğunuza inanıyorum.
ORHAN KARAVELİ’nin Sakallı Celál kitabı, özgür kalmak için her şeyden fedakárlık eden bir aydının yaşamı.
Birçok yazıda onun söylediklerini okumuşsunuzdur, bildikleriniz birkaç anekdotu geçmez.
Oysa Sakallı Celál önemli bir adamdır. İşte ‘Bir bilinmeyen ünlü’nün yaşam öyküsünde onu tanıyacaksınız.
Genellikle araştırma kitaplarında uygulanması gereken bir yöntem vardır. O kişiyi anlatırken, olayları öylesine o kişinin bireysel tavrına kilitleriz ki, ne dönemi, ne de çevreyi öğreniriz.
Orhan Karaveli, Sakallı Celál’in kişiliğinde Osmanlı İmparatorluğu’ndan cumhuriyet dönemine kadar, birçok olayı da araştırmalarında bize aktarıyor. Hiç kuşkusuz belgesel çalışmanın gerektirdiği ciddiyet budur.
Onun en yakın dostları bile soyadının Yalnız olduğunu Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan ölüm ilanından öğrendiler.
8 Haziran 1962 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nde şöyle bir ilán yayınlandı:
‘ÖLÜM
Bahriye Názırı Amiral Hüseyin Hüsnü Paşa’nın aziz oğlu, Galatasaray Lisesi 1907 mezunu 110 Celál Yalnız
SAKALLI CELÁL
6 Haziran Çarşamba günü ebediyete intikal etmiştir.
Cenazesi 8 Haziran Cuma günü (bugün) saat 10’da Galatasaray Lisesi’nde bir vakfeyi müteakkip öğle namazı Şişli’de eda edildikten sonra Rumelihisarı’ndaki ebedî istirahatgáhına tevdi edilecektir.’
Sakallı Celál’in yaşamını okumak, öğrenmek, Türkiye’yi ve insan davranışlarını öğrenmek açısından çok önemli nitelikler üzerine bizim düşünmemizi sağlayacaktır.
Para, mevki, iktidar hırsının insanlara her şeyi yaptırdığı, her tavizi hoş gördüğü bir dönemde, belki bu teslimiyetçi yargılarımızı değiştirecek özellikleri onda bulacaksınız.
Bahriye Názırı’nın oğlu olacaksınız, iyi mevkilere geçeceksiniz, para kazanacaksınız ve sonra da Sakallı Celál olacaksınız.
Bu kolay iş değil. Herkesin başarabileceği bir insanlık zaferi değil.
Bu niteliklere sahip biri olduğunuzda, her yerde itibar görürsünüz, her davette en önemli köşeye konuk edilirsiniz, en bilgili ve bilge insanlar size özel saygı gösterirler ve hiçbir yazılı belge bırakmadığınız halde insanlar sizi baş tacı ederler.
Sakallı Celál örneği bize acı bir gerçeği ispatlamaktadır.
İster rejimin adı imparatorluk olsun, ister cumhuriyet, küçük insanlarla uğraşmaktan büyük işler yapamazsınız.
Nerede oturduğu, nasıl yaşadığı, neyle geçindiği pek bilinmez. Ünlü akrabalarından bir talepte bulunmaz.
O da Galatasaray Lisesi’nden hocası Tevfik Fikret gibidir. Hak bellediği yolda yalnız gider, küser ve hemen istifayı basar.
Aslında onunla ilgili öyküleri, anıları okuduğunuzda duygusal bir kişilik olduğuna hemen karar verebilirsiniz.
Kardeşi Nihal’in ölümünden sonra bir travma geçirir, okulunun yanışından sonra da...
Onurlu kuşağın bütün özellikleri vardır onda. Bu açıdan da bugünkü kuşağa onur kavramı için yaptıklarıyla bir örnek olmalıdır.
İlkelerine bağlı, inandıklarından, düşündüklerinden taviz vermeyenlere, geri kalmış toplumların bakış açısı, biraz utanç vericidir. Çünkü doğruları tartışacaklarına, söylenilenleri değerlendireceklerine, bunu söyleyene biraz meczup, hatta biraz abartıyla söylemek gerekirse, deli gözüyle bakarlar.
Sakallı Celál hakkında iyi yazarların, tanınmış gazetecilerin, dostlarının yazdıklarına baktığınızda, gerçekten incelenmesi gereken bir kişilikle karşılaşırsınız.
Ahmet Haşim’den Vá-Nû’ya, Fikret Adil’den Haldun Taner’e kadar dostlarının yazdıkları, onun Türk kültür ve aydınlar tarihindeki yerini belirlemeye yeter belgelerdir.
Çok kimseyi de, yaşamıyla, konuşmalarıyla etkilemiştir.
Melih Cevdet Anday, Raziye romanındaki Dayı karakterinin ona benzetilebileceğini yazmıştır.
Hiç evlenmedi. Belki de bir bağın özgürlüğünü kısıtlayacağı korkusundan.
Bütün yanlışlarla mücadele etti, başta futbol oynamayı eleştiren din hocasıyla.
Türkiye’nin sorunları, siyaseti, insanı üzerine düşünmenin nelere mal olduğunu Sakallı Celál’in hayatını okurken bir kez daha, üzülerek öğreneceksiniz ama içinizden bu ilk değil ki diyeceksiniz.
Tabii ki ilk de değil son da. Ancak haksızlığa direnenlerin tarihe geçtiğini, hep saygıyla anıldığını görünce, onu örnek alabilirsiniz.
Onun mezar taşında şu yazılıdır:
Celál Yalınız (Yalnız değil). 1886-1962.
Bir de Türkçe-Farsça karışımı bir dize:
Bağban bir gül için bin háre hizmetkár olur
Bugünün Türkçesiyle: Bahçıvan (veya bağ bekçisi) bir gül için bin dikene katlanır (veya hizmet eder.)
Yazısıyla fotoğrafıyla, Orhan Karaveli, bize önemli bir karakteri, aile çevresiyle, yaşamıyla iyi bir belgesel biçiminde sunuyor.
Örnek hayatlara her zaman gıpta ettim. Sizin de öyle olduğunuza inanıyorum.
ÖĞRENCİLERE FUTBOL ÖĞRETİYOR DİYE DİNSİZ DEDİLER
Bütün Galatasaraylılar gibi hürriyete aşıktı... Bir şeye inanırsa ona canını verecek kadar bağlanırdı. Son sınıfta iken 31 Mart hádisesi olmuş, Hareket Ordusu teşekkül etmişti. Celál mektepten kaçtı, Hareket Ordusu’na gönüllü olarak katıldı. Muhtar Bey’in (Taksim Kışlası yakınında) şehadeti sırasında yanında bulunuyordu. Vatanını delice bir aşk ile severdi. İtalya Trablusgarb’a hücum ettiği zaman bir Fransız pasaportu uydurarak yelkenli ile ve Jan Piyer namı altında mücahitlere cephane götürdü. Yolda gemiyi yakaladılar. İyi Fransızca konuşabildiği için kendisini de cephaneyi de kurtarıp yerine ulaştırdı...
Anadolu’da Fransızca hocalığı yaparken öğrencilere futbol oynatıyordu. Bir yobaz hocanın ‘Bu oyun dine aykırıdır... Kerbela’da şehit edilen İmam Hüseyin’in başını düşmanları böyle tekmelemişlerdi’ dediğini duyunca yobazı dövdü. Azlettiler...
SAKAL ONUN İÇİN BİR BAYRAKTI
Sakallı Celál, sakalı dışında iddiacı bir adam da değildi; sakal onun bir çeşit özgürlük, doğallık, kimseyi takmazlık ve filozofluk bayrağı idi. Bektaşi kalenderliği ile filozof saygınlığını bu sakal, onun ince yaradılışının söz haline getirmediği bir şeyi dile getirir gibiydi. ‘Ben doğal bir insanım’ der gibiydi. ‘İhtirasım yok. Paraya önem vermem. Mevkileri takmam. Bunun için sizlerin katlandığınız nice maskaralıklardan uzağım. Sizin burjuva kalıplarınıza metelik vermem. Hepinize de içimden kıs kıs gülerim.’ Evet, ağzı ile değilse de sakalı ile böyle der, kendine için için böyle bir üstünlük böbürü yaratırdı. Onu bunca keyifli ve kendine güvenli yapan da bu olmalı idi...