Evlerle savaşarak yaşıyoruz

NE zaman Behçet Necatigil'in Evlerle Savaş şiirini okusam, bir otel odasına çekilme duygusu bütün benliğimi sarar.

‘‘Körükler cılız olmak/Evlerin hiddetini,/Evlerle savaşımız/ Savaşların çetini!’’

Evler nasıl da tüketir insanı. Düzen uğruna bütün düzeninizi zedeleyebilir, gizli bir canavar gibi hiç durmadan sizden bir şey bekler. Ev bark sahibi olmak! Mutlulukla eşanlamlı kullanılan bu cümle, gün gelir beni bunaltır.

Otel: Bir Yazı Atölyesi'ndeki (kitap-lık, temmuz-ağustos) şiirleri, yazıları okurken, birden iki kişiyi saygıyla andım. Manevi ve maddi ev hapsini reddeden büyük iki şairi.

Yahya Kemal ile Fernando Pesoa'nın yalnız şiirlerini sevmiyorum, özgür yaşama biçimini seçişleri, kapalı bir hayata meydan okumaları da beni etkiliyor.

Yahya Kemal bir otel odasında bir ömür sürerken, zaman zaman yalnızlığın ona bir puhu kuşunun soluğu gibi ulaştığını fark ediyorum.

Sermet Sami Uysal'ın kitabında, onu bekleyiş sevinci belki bu duygunun söylenmemiş ifadesi.

Pesoa da, pansiyolarda İspanyol dilinin en güzel şiirlerini yazarken, eşyası sadece birkaç bavul kitaptan ibaretti.

Her ikisi de, kurulu düzenin o aldatıcı yaldızlarını kazımayı, evin ısırgan otu gibi ruhumuzu dalayan karabasanından kurtulmayı başardı.

Sadece kendilerini şiirlerine adayabilmek için. Faturaların, ihtiyaçların şiirlerinden zaman çalmasına müsaade etmediler.

Neden otel odaları hep hüznü, yalnızlığı çağrıştırır. Neden hep ölümlerin ve intiharların mekánıdır. Enis Batur da öyle diyor: ‘‘Otel'e ancak ağır ya da acil bir intihar duygusu içinde gelinir.’’

Sanki son nokta orada konulurmuş gibi!

Oscar Wilde da bir otel odasında öldüğünden, otel odalarını lanetleyebilirsiniz.

* * *

YUSUF ATILGAN'ın Anayurt Oteli'nin o ürpertici, mutsuz kahramanı, kendini asıverir.

Kemal Bilbaşar'ın Denizin Çağırışı'ndaki kahramanı kendi hasta, yaralı benliğini ancak bir otel odasında iyileştirebileceğini sanır.

Cinayet ve gangster, serüven filmlerinde, can pazarının tek sığınağı, ıssız otel ve motel odalarıdır. Ölüm takibinin mütareke saatleri burada yaşanır.

Bilge Karasu'nun otelci ile yaşadığı tedirginlik, odaya kapandığında son bulur:

‘‘Oda kokuyor. Çarşaf, diş macunu, uyku kokuyor. Pencereyi açıyorum. Deniz, yıldızlı deniz doluyor odaya. Bir kedi var bitişikteki odada.’’

Doğru mu hatırlıyorum? Jean-Paul Sartre ile Simone de Beauvoir'ın bir otel odasında yaşayışlarını.

İyi bir şiirin belleğimde yarattığı imge, bir türlü silinmiyor, her otel odasının duvarında, uydurma tablolar yerine Faruk Nafiz Çamlıbel'in Han Duvarları ile Necip Fazıl'ın Otel Odaları şiirini görüyorum. Güneş odama vurduğunda, duvardaki dizeler nerdeyse gözüme giriyor.

Edip Cansever'in Oteller Kenti'nde yaşayabilirim ben. Kişiliksiz, kimliksiz, kaygılardan, dertlerden azade bir odalık hürriyet.

* * *

OTELLERE yaşamak için gelenleri seviyorum.

Evi unutturuyor, bu bile benim için yeterli.
Yazarın Tüm Yazıları