Ağzı süt kokan ve dünyayı İstanbul’a sınırlayan bir muhallebi çocuğuyum ya, zaten pek nadiren aile masamıza gelen cipsin ancak "Çerkezköy" veya "Şütte" gibi kalburüstü ve gayet "alafranga" mezecilerde satıldığını sanıyordum.
En azından, Türkiye ilkin öyle girdiğini düşünüyordum. Anlaşıldı, meğer öyle değilmiş ve de "Anadolu lezzetleri" arasındaymış!
Akşam neválesi almak için market reyonunda dolanıyordum ki cips paketi gördüm.
Hayırdır inşallah, markanın yanında Frenkçe imláyla "alaturka" yazıyordu.
Altında ve üstünde de "eski tarifler", "mahalli tatlar", "Anadolu lezzetleri" gibisinden bin bir methiye vardı.
Böyle şeylerin kalori ve kolesterol bombası olduğunu; üstelik, yaş çoktan kemále erdiği için bunlardan mutlaka kaçınmam gerektiğini bildiğimden, gırtlağımdan uzak tutmaya çalışırım.
Ama buna dayanmak ne mümkün!
Vakt-i keráhat viskisiyle atıştırırım diye hemen sepete attım.
Evet, dayanmak mümkün değil, çünkü beni muazzam bir merak sardı.
Demek, daha fi tarihinden itibaren "köylü bacılarımız" patatesi önce incecik incecik dilimlermiş ve sonra da; artık sıvı yağla mı, yoksa kuyruk yağıyla mı olduğunu çıkartmayacağım ama, bunları köz ateşinin üzerinde bir güzel kızartıp "aperitif" (!) diye yer sofrasındaki lengerin üzerine bırakıverirmiş.
Artı, üzerine yöresel ot ve bitkiler ekerek de ayrı bir taam katarlarmış.
Şu kör cehaletime bakın, bugüne kadar hiç duymamıştım.
ESKİDEN DOMUZ YEMİYDİ
N’apim duymamıştım, çünkü ağzı süt kokan ve dünyayı İstanbul’a sınırlayan bir muhallebi çocuğuyum ya, zaten pek nadiren aile masamıza gelen cipsin ancak "Çerkezköy" veya "Şütte" gibi kalburüstü ve gayet "alafranga" mezecilerde satıldığını sanıyordum.
En azından, Türkiye ilkin öyle girdiğini düşünüyordum.
Anlaşıldı, meğer öyle değilmiş ve de "Anadolu lezzetleri" arasında yer alıyormuş.
Tamam da, yahu bildiğim kadarıyla, zaten Türkçeye de Cervantes lisánından aktarmalı ve Güney Amerika’daki filanca kábilenin falanca dilinden girmiş olan bu patatesi İspanyollar, o bize sonsuz ırak Yeni Dünya’dan Eski Kıta’ya taşımamışlar mıydı?
Üstelik de çok, çok uzun müddet, kimse yüzüne bakmamıştı.
İnsanda kabızlık yapar, kusmaklık uyandırır, hatta delilik getirir diye, ancak domuzlara yem olarak üretilirdi. Papazlar da "sakın yemeyin, cehenneme gidersiniz" diye vaaz verirdi.
Evet evet, rahip efendiler pazar áyininden sonra, köylülerin patatesle zehirlenmesini önlemek için onların gözünü zebáni ateşiyle korkuturdu.
AVAM SEBZESİ OLDU
Zaten, yer bitkisinin tencerede ilk kez kaynaması ancak neden sonraya, ta 19. yüzyıl başlarına doğru Pomeranya’da müthiş bir açlık çıkıp milletin patır patır kırılmasına uzanır.
Ve bunun ardı sıra dahi, "avam sebzesi" addedildiğinden, yine çok uzun bir müddet aristokratların, soyluların, hatta yeni zengin burjuvaların sofrasına patates konmamıştır.
Nitekim, Batı veya Doğu’daki eski yemek tarifi kitaplarını açtığınızda, bırakın cipsi veya püreyi, ne haşlamada, ne türlüde, ne de buğulamada sebze olarak patatesin adı zikredilir.
Alamanların sosise garnitür yapmak geleneğini edinmesi; Roland Barthes’in biftek kızartma ikilisini "Fransızlığın simgesi" diye tanımlaması; hamburgercilerin küláhta parmaklamak adetini yerleştirmesi, dünya mutfak kültüründe sonsuz yeni şeylerdir.
Breh breh breh, acep nasıl oluyor da şu mübarek cips hanidir "alaturka"ymış ve de "geleneksel" Anadolu lezzetlerine dahil bulunuyormuş!
Fakat haksızlık etmeyeyim, kállávi bardağıma İskoç imbiğinden usáre doldurup biraz önce marketten aldığım pakete uzandığımda, üzerinde "mısır cipsi" yazdığını gördüm.
Demin fark etmemişim ama, neyi değiştirir ki?
Sanki patates Güney Amerika’dan geldi de, mısır tá Hititlerden beri Anadolu bozkırında sebil niyetine mi bitiyordu? Ne münasebet!
Koçanlı bitkinin de kökeni aynı yerdir ve hatta biraz araştırılsa, onun Yaşlı Kıta’ya ve Kuzey Karadeniz’e ulaşması belki daha bile yenidir.
Eh, yine n’apim, demek cehaletim o dereceymiş ki, hamsi tavanın yanında bir de cips servisi yapıldığını hiç mi hiç duymamışım.
MODERN PAZARLAMA
İmdii, bütün bunları, söz konusu cipsi üreten firmayı eleştirmek için falan yazmadım.
Tam tersine, modern pazarlama tekniğini kullanması son derece hoşuma gitti.
Eh, şunun şurasında Yankee köftesinin elli yıllık tarihi ya var, ya yok ama Amerikan dükkánlar "eski usûl hamburger" (!) diye müşteri cezbediyor.
Sanki Prusya’da kebap çevirlermiş gibi, Alaman büfeler be has Türk dönere "otantik" (!) diye etiket asıyor.
Daha dün dünyanın öteki ucundaki Yeni Zelanda’dan Batı’ya ulaşmış kividen şekerlemeyi Hollandalılar "haminnemin reçeli" (!) diye kavanozluyor.
O halde, tabii ki Güney Amerika mısırından cipsi de "geleneksel alaturka lezzet" diye market reyona koyacaksınız, yoksa enayilik yapmış ve iflas bayrağını çekmiş olursunuz.
İşte tam burada, Kurban Bayramı’nın son günü olduğu için şuna gelmek istiyorum.
Hál böyleyken, pek çoğumuzun "Nerede o eski bayramlar" diye hayáli nostaljiyalara sürüklenmesini o kadar fazla yadırgamamak gerekiyor.
Çünkü, insanın doğasında, aslında yalnız ve yalnız öznel olan ve hiçbir şekilde nesnelle bağdaşmayan bir "eski"yi, bir "geçmiş"i, bir "otantik"i aramak içgüdüsü yatıyor.
Daha doğrusu, aramanın da ötesinde, onları yoktan var etmek dürtüsü hüküm sürüyor.
Böyle bir "talep" olduğuna göre de ona "arz" sunulması maddenin tabiatına giriyor.
Eski ve yeni, cipsli ve cipsiz, gerçekçi ve hayáli bayramlarınız kutlu, mutlu ve mübarek olsun!