Paylaş
Sempozyum başlığı edebiyatın, edebiyat tarihinin her zaman tartışılan bir konusu. Özellikle Türkiye gibi demokratik rejimlere ara verilen ülkelerde bu konu her zaman güncelliğini koruyor.
Açılışta kimler konuşacak?
Prof. Dr. İbrahim Delice, Prof. Dr. Turan Karataş, Prof. Dr. Ramazan Kaplan, Prof. Dr. Derya Örs, Seyfettin Azizoğlu.
İlk oturumun başkanı: Ramazan Kaplan. Konuşmacılar da; Ahmet İnam ve Turan Koç.
28 Nisan günü değişik salonlarda on beşe yakın oturum yapılıyor. 29 Nisan’da gene farklı salonlarda yirmiye yakın oturum var. Hep söylerim, böyle sempozyumların kalıcı bir nitelik kazanması için kitaplaştırılması şarttır. Sempozyum düzenleyicileri bütün bildirileri kitaplaştırdılar. İki cilt halinde yayımlanacak kitapların sayfa sayısı bin beş yüzü buluyor.
Böylece sempozyuma gidemeyenler de o bildirileri okuyabilecekler, yararlanabilecekler.
SEMPOZYUMUN, Ayna ve Toplum adlı Prof. Dr. Turan Karataş’ın açılış bildirisinden bir bölümü yazıma aldım:
“Edebiyatın toplumla ilişkisi bahsinde, sıkça kullanılan benzetmelerden biri aynadır. Romandan ve gerçeklikten söz açıldığında, çok zaman Stendhal’ın ‘Kırmızı ve Siyah’ında geçen meşhur cümle anılır: ‘Roman, uzun bir yol boyunca dolaştırılan aynadır.’ Bilindiği gibi, aynanın biri aydınlık ve diğeri karanlık iki yüzü vardır. Aydınlık olan ön tarafında suretimize bakıp kendimize çeki düzen veririz; arkaya, sağa, sola bakıp yansımaları izleriz. Bir edebiyat eserindeki izdüşümler, yansımalar, yankılar aynada görülenlere benzer. Bir de arka tarafı vardır aynanın, duvara yaslı duran, kimsenin dikkat etmediği yüz. Bildiğiniz gibi oranın adı “sır”dır.
Yazarın hayali, duygusu, yorumu söz konusu olsa da edebiyat eserinde salt ferdi bir halin yansımaları; eserin içini doldurmaya yetmeyebilir. Her halükârda edebiyat toplumla iki açıdan ilişki içindedir.
Bunlardan ilki sanatçının bilinçli bir tercihle toplumunu eserinde yansıtmasıdır. Toplumun edebiyatla ikinci ilişki biçimi ise dönemin şair, yazar üzerindeki etkisidir. Edebiyatçı bireysel ve soyut konuları işlerken bile onun duygularını şekillendiren toplumsal gelişmelerden ve kültürden; kullandığı dil, dikkatini çeken konular ve imgeler itibariyle kopamaz. Aslında gelenek de kabaca böylece ve toplumun tam ortasında oluşur. Eliot’un tabiriyle söylersek “Hiçbir şair, hiçbir sanatçı kendisinden sonrakilere iletmek istediği bütün bir dünya görüşünü tek başına veremez”. Geleneğe eklenmeli ve toplumun içinde bir karşılık bulmalıdır. Ayrıca her sanatçıda ortaklıklar bulunduğuna göre, dönem, zihni şekillendirerek edebiyatı etkiler.
Bunun yanında bir de dil meselesi var. Hiç kuşkusuz, edebiyat bir dil işçiliğidir dahası ustalığıdır. Malzemesi olan kelimeler ise toplumda paylaştığımız ortak değerdir. Bu durumda edebiyat, toplumsallığını paylaşılan kelimeler üzerinden de gerçekleştiriyor.
Edebi bir olayda, tabir yerindeyse dört elebaşı vardır. Yazar/şair, eser, yayımcı ve okur. Önce toplumun bir bireyi olan yazar, istidadı ve uğraşısı nispetinde eserini ortaya koyar.
“Edebiyat olayı”nı bu dört değişkene göre konumlandırıp açıklamak, onun toplumla ilişkisinin, içeriği kadar önemli bir yönüdür.”
İKİ ciltlik sempozyum kitabı ulaştığında ayrıca yazacağım.
Paylaş