Avrupa Yazarlar Parlamentosu’nun ardından

AVRUPA YAZARLAR PARLAMENTOSU, İstanbul’da toplandı.

Ben uluslararası buluşmaların, edebi ilişkilerin; hem bireysel, hem ulusal hem de küresel yararlarına inanırım.

Nobel Ödüllü Naipaul’un gelememesine elbette üzüldüm. Ancak yazar tartışmalarının kısa bir süre sonra unutulacağı, diğer saptamaların, bildiri sonuçlarının tarihe kalacağı kanısındayım.

Polemiklerden gerçeklerin ortaya çıkması çok seyrektir, Naipaul olayında da taraf olan yazarların, evet/hayır bağlamında, buna bir nokta koymalarını salık veririm. Tavsiyem her türlü linçten kaçınılması, bir kan davasına dönüştürülmemesidir.

Her iki taraf için de geçerli bir görüş benimkisi.

Deklarasyondaki bir cümleye özellikle dikkatinizi çekmek isterim: “Farklı bakış açılarının yaratıcı bir biçimde buluştuğu ve çatıştığı bir alan.”

Yapılan tartışmaları bu bakış açısıyla daha yumuşak değerlendirmek, yorumlamak da mümkün görülebilir.

İstanbul 2010 Deklarasyonu’ndan bazı bölümleri alıntılıyorum. Deklarasyonda yer verilen saptamalar gerçekten bugün dünyada, Türkiye’de edebiyatın baskıya maruz kalan durumunu sergilemektedir.

Bütün bunlar gerekli, düzeltilmesi gereken yanlışlardır. Baskı kabul edilir bir nesne değildir.

Edebiyatçıların rolü deklarasyonda yer alan konuların gerçekleşmesini sağlamaktır. İşte bu uluslararası buluşmalar, deklarasyonda saptanan durumun ortak bir edebiyat dünyasında halledilmesini gerekli, zorunlu kılmaktadır.

DEKLARASYONDA NELER YER ALIYOR?

Deklarasyonun girişini okuyalım önce: “Avrupa Yazarlar Parlamentosu’na katılan biz yazarlar, edebiyatı dünyamızın sınırlarını genişleten bir unsur olarak görüyoruz. Edebiyatın, metinler ve yazarlararası diyalog aracılığıyla farklı bakış açılarının yaratıcı bir biçimde buluştuğu ve çatıştığı bir alan olduğu inancını paylaşıyoruz. Dünyada, Avrupa’da ve Türkiye’de yükselen hoşgörüsüzlük çerçevesinde, vs. Naipaul’un katılımının olanaksız kılınmasını kınıyoruz.”

İSTANBUL 2010 DEKLARASYONU

“Her türlü kültürel ve edebi etkinliğin özgürlüğü esastır. İfade özgürlüğünün önüne çekilen doğrudan ya da dolaylı duvarlar ortadan kaldırılmalıdır.” Gerçekten de sansür ve yasaklama, yaratma özgürlüğünü yok eden öğelerdir.

“Yayınlama özgürlüğünü engellemeye yönelik uygulamalar kaldırılmalı; Avrupa’da ve Türkiye’de yazar, çevirmen ve yayıncıları korkutma ve sindirmeye yönelik ceza kanunları ve yasal düzenlemeler gibi tüm baskı yöntemlerine karşı çıkılmalıdır.” Yasak kitaplar, yasaklanan kitaplar, dava edilen kitaplar, özgürlüğün önünde büyük, yıkılmaz bir duvar gibi duruyor. Dünyanın sayılı yazarlarının yazdıkları ya siyasal gerekçeyle ya da müstehcenlik gerekçesiyle mahkemelerde yargılanıyor.
“Diller üzerinde baskı kurulması kabul edilemez.” Deklarasyonun üzerinde durulması gereken bölümlerinden biri, edebi coğrafyanın belirlenmesinde çevirinin rolünün önemine değinilmesidir.

Azınlık dillerinin, küçük dillerin korunması, o dillerde edebi ürünlerin verilebilmesi, o dillerde verilen ürünlerin kaybolmaması için desteklenmesi, yardım edilmesi, fonlarla onların desteklenmesi konusu da altı çizilmesi gereken maddelerdendir.

“Siyasi, etnik, dini ve milli sınırlar yazarları engellememelidir. Kültürel çeşitliliği ve kültürel etkileşimi destekliyoruz.”
Yazarın Tüm Yazıları