Paylaş
Alâattin Diker’in yazısından başlangıç satırlarını aldım:
“Bugün Avrupa ülkelerinde 5 milyondan fazla Türk yaşamaktadır. İşçi göçünün bireye ve topluma etkisi olduğu kadar kültür hayatımızda da sonuçları olmuştur. Avrupa’da yaşayan Türkler bugün iki kimlikli bir hüviyete sahiptirler.
Amin Maalouf, ‘Çivisi Çıkmış Dünya’ isimli kitabında bu yeni durumu şöyle anlatır: ‘Yabancı ülkeye göç eden birinin, öncelikle kendi ülkesinden göç ettiği unutuluyor. Sıradan bir ayrıntı değil bu. Göçmen gerçekten iki kişidir; kendini öyle görür. İki farklı topluma aittir.
Türkçe yazdığı için Türk edebiyatına; Almanca yazıldığı zaman Alman edebiyatına dahil edilmek gerekir.
Bulgar yazar Elias Canetti ile Kırımlı yazar Cengiz Dağcı Londra’da yaşamışlardır. İlki Almanca diğeri Türkçe yazmış eserlerini. O yüzden ‘Göçmen Edebiyatı’ uygun bir tanımdır.”
Kendi ülkesinin dışında yaşayanları, yazanların tümünü bu tanım altında açıklamak mümkün değildir.
Almanya’daki yazarların ilk kuşağı için doğru bir sınıflama ama ondan sonra gelen kuşakları göçmen statüsünde değerlendirirsek onları eksik tanımlamış oluruz.
Diker ilk önce şairleri sayıyor:
*Metin Türköz, Yusuf Polatoğlu, Yoksul Derviş, Ozan Çelebi, Can Ali, Osman Şahbaz, Âşık Kemteri, Ata Cananî.
1. Almanca düşünüp Almanca yazanlar:
*Feridun Zaimoğlu.
Almanya’da çok okunan bir yazar.
Özellikle birinci kuşak üzerine düşünceleri, onların hakkını veren bir içerik taşıyor.
Onlar olmasaydı bugün biz olamazdık diyor konuşmalarında. Almanların Türklere bakış açısını bazı kitaplarında sert bir dille yansıtıyor.
Almanya’da yaşayıp Almanca yazmasına rağmen, uluslararası toplantılarda Türk kimliğinin de altını çiziyor.
Roma’da kazandığı bir ödül için yapılan törende, binanın önüne Türk bayrağını koydurmuştu.
Almanya dışında Avrupa’nın başka kentlerinde yaşayan yazarları da bir gün incelemeli.
Diğer adların sıralanması:
*Deniz Utlu, Selim Özdoğan, Levent Aktoprak, Zehra Çırak, Zafer Şenocak, Safiye Can.
* * *
İLK giden yazarların edebiyat yanında bir başka hedefleri, işlevleri de de vardı. Türkleri Almanlara tanıtmak, onların kültürünü nakletmek. Daha sonraları bu tanıtma içeriği değişti.
Benim her zaman eleştirdiğim bir husus o kitapların birçoğunun Türkçeye çevrilmemesi, çevrilenlerin de çoğunun ilgi görmemesi.
Oysa bir Türk yazarı nerede yazarsa yazsın kendi ülkesinde okunmalı.
Almanya üzerine bilgi edinmek istiyorsanız okumaya Bekir Yıldız’dan başlamalısınız. Birinci kuşağın yaşadıklarını ondan öğrenebiliriz.
Türkçe düşünüp, Almanca yazanlar listesinde yer alan Emine Sevgi Özdamar’ın kitaplarını okudum, yıllar önce de geldiğinde Boğaziçi Üniversitesi’nde yapıtları üzerine konuşmuş, sorular yöneltmiştim.
Diker’in listesine aldığı yazarlardan okuduklarım:
*Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Bekir Yıldız, Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Yüksel Pazarkaya, Aras Ören, Güney Dal, Habib Bektaş, Yücel Fevzioğlu.
Bu yazarların tümünün ‘Göçmen Edebiyatı’ kategorisinde yer alacağını düşünmüyorum.
Çünkü göç dışanda konuları da işlemişlerdir.
Ayrıca bazı yazarlar siyasal zorunluluk yüzünden oraya göç etmişlerdir.
Fakir Baykurt ile Dursun Akçam ilk anımsanacak isimlerdir.
Diker, iki yazarın özel durumunu vurguluyor:
“Heidegger’in dil ve vatan arasında kurduğu bağı biliyoruz. Ama ben Avrupa’da 50 yıl yaşamış iki yazarımızdan örnek vereceğim:
‘Anadil dediğin dil’dir aslında’. (Cengiz Dağcı)
‘Benim vatanım dilim; gittiğim her yeri vatan yaparım’. (Yüksel Pazarkaya)
Burada Yüksel Pazarkaya’yı özel bir parantez içine almam gerekiyor.
Çünkü Türkiye ve Türk dili ile bağlantısını hep güçlü tutmuştur. İki taraflı bir kültür elçisi gibi çalışmıştır. Orhan Veli Kanık ile Behçet Necatigil’in şiirlerini Almancaya çevirmiş, iki kitap da çok satanlar listesine girmiştir.
Ayrıca Pazarkaya çalıştığı Alman radyolarında, Türk edebiyatını tanıtmış, Türk edebiyatı programları yapmıştır.
Uzun bir süre de Hürriyet’in Almanya baskısında yazdı.
Şiirleri ve başka türde yazdıkları da Türk edebiyatı içinde yer almaktadır.
* * *
YAZIMI Diker’in bir alıntısı ile noktalıyorum:
“Berlin Eyaleti Uyum Bakanı Barbara John, ‘3 T yüzünden (televizyon, telefon, transport) asimilasyon imkânımız kalmadı’ demek zorunda kalıyor.
Edebiyatın bizatihi kendisi evrensel bir dil.
Berlin’de yaşayan Japon yazar Yoko Tawada, ‘İki dilim, iki ruhum var’ diyerek bu gerçeği vurguluyor.”
......................................
(*) Söğüt, Ocak-Şubat 2020.
Paylaş