1941’de İzmir’de doğan 2006’da İstanbul’da aramızdan ayrılan Berk’in TRT arşiv kayıtları, İnönü Vakfı’nın işbirliğiyle Lila Müzik tarafından ilk kez CD olarak yayınlandı ve dijital platformlarda dinleyicilerin ilgisine sunuldu.
Eşsiz yorumları ilk kez bir arada dinleyiciye ulaşıyor.
Büyük keman virtüözü Suna Kan onun için ne demişti?
“Sevin inanılmaz bir arpçıydı, büyük bir müzik kişiliği vardı. Bence onu dinleyemeyenlere yazık oldu... Sevin için güzelden keyif almak, güzel müzik dinlemek yetiyordu.
Hayattan, doğadan, güneşin batışından, ayın doğuşundan, kedilerini sevmekten bu kadar zevk alan birini görmek kolay değildir. Hem bir anne hem bir öğretmen hem de bir orkestracı olarak hayatından son derece memnundu. Hâlâ ‘keyif’ deyince aklıma Sevin’den başkası gelmiyor.”
Albümdeki ilk eser olan ‘Konser Aryası’, Lozan Antlaşması’nın 77. yıldönümü nedeniyle İnönü Vakfı tarafından İlhan Usmanbaş’a ısmarlanmıe Sevin Berk’e adanmıştı. Konser Aryası, Berk’in solistliğinde, Gürer Aykal’ın yönettiği TRT Ankara Oda Orkestrası tarafından seslendirildi.
CD’deki ikinci eser olan
Kuşakları anlatan kitapların benim için özel bir yeri vardır. Yalnız edebiyatı değil, dönemin yaşama biçimini, siyasal ve toplumsal ortamını da satır aralarından çıkarabilirim. Metin Celal’in ‘Bir Şiirdi Geçen Yıllar’ kitabında olduğu gibi...
Giriş niyetine okuduğum bölüm:
“Nasıl şiir, roman yazmanın yaşı varsa hatıra yazmanın da bir yaşı var. On yıl kadar önce, sohbetlerde anılardan söz ettiğimde dostlar sık sık ‘Bunları yazsana!’ derdi, ben de ‘Henüz erken’ diye karşılık verirdim. Geçen yıl birdenbire hatıralar kendini yazdırmaya başladı. Yani hatıralarımı yazayım diye oturmadım masaya, herhangi bir konuda yazmam gerektiğinde o konuyla ilgili anılar belleğimde canlanmaya başladı. ‘Eski günlerin özlemi!’ diye düşündüm. Bu bir yaşlanma belirtisidir... .
Yaşlanmanın ikinci belirtisi dostların ölümüdür. Her ölüm erkendir ama dostların, hele genç sayılabilecek yaşlardaki ölümler iyice erkendir.
Bizim kuşaktan, arkadaş çevremizden ilk ölüm sanırım Mehmet Müfit’in vefatıdır. Sonra arkası geldi. Enver Ercan, Mazhar Candan, Atıl Ant, Agâh Özgüç...
Çünkü hatırlamak aslında yeniden inşa etmektir. Farklı geçmişler inşa edebileceğimizin de farkındayım. Bu kitaptaki yazılar da benim geçmişi yeniden inşa etmem olarak kabul edilmeli.”
Ödül hangi dallarda veriliyor ve kimler kazandı:
Gazetecilik Ödülü / Murat Ağırel
Televizyon Ödülü /
Yeşim Karacaoğlu – Mehmet Akif Balıkçıoğlu
Belgesel / Şükran Pakkan
Karikatür Ödülü /
İ. Bülent Çelik
Edebiyat Ödülü /
‘Yirmi Yazar, Fotoğraf – Söyleşi’
İlk sayfada Özgünaydın’ın biyografisi var.
İlk üç yazının sıralanması:
Albüm Üzerine / Doğan Hızlan.
Lütfi Özgünaydın’ın Edebiyatçı Portreleri: İzler, Yansılar, Renkler / Feridun Andaç.
Yazarlar Projesi Nasıl Doğdu / Lütfi Özgünaydın.
Söyleşi ve fotoğrafları olan yazarlar:
Kitapseverler tüm yayınevlerini bir arada bulacaklar, indirimli kitap alabilecekler, yazarlarla tanışacaklar.
Fuar, TÜYAP Fuarcılık ile Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliğiyle düzenleniyor.
Tüyap Fuarlar Yapım A.Ş. Genel Müdürü İlhan Ersözlü, “Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın kapılarını 3 Aralık’ta açmak için çok heyecanlı olduğumuzu belirtmek isterim. 2019’da kaldığımız yerden devam ediyoruz, aynı büyüklükte fuarımızı açmak için tüm gücümüzle hazırlanıyoruz. ‘Kitabın Büyülü Dünyası’ temasıyla gerçekleşecek fuarımızda 1000’e yakın yayınevi, marka, kamu kurumu ve sivil toplum kuruluşu yer alacak, 750 binin üzerinde ziyaretçinin yoğun ilgisini bekliyoruz” diyor.
Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk de fuarın ekonomik zorluklara göğüs geren yayıncılarla dayanışma için fırsat olduğunu belirtiyor: “İki yıl aradan sonra Kitap Fuarı’nın şehre geri dönüyor olması, yaşanan ağır ekonomik koşullara rağmen faaliyetini sürdürme çabasını hiç elden bırakmayan bağımsız yayıncılığımızın tüm bileşenlerini sevindirmekte. İstanbul Kitap Fuarı, yayınlanmış ve mevcudu bulunan yaklaşık 350 binden fazla kitap çeşidimizin en az 200 bine yakın adediyle kültürel çeşitliliğimizin sergilendiği ve okurla kitaplarımızın buluştuğu en önemli alanlarımızdan birisi olma özelliğindedir. Ancak zor zamanlarda büyük bir dayanışma örneği gösteren okurlarımızı, kültürel çeşitliliğimize sahip çıkmak ve yayıncılarla dayanışma için fuara davet ediyoruz.”
ÖDÜLLÜ YAZAR
Nazlı Eray 1945 yılında Ankara’da doğdu. Arnavutköy Kız Koleji’ni bitirdi. Bir süre Hukuk Fakültesi’nde okudu.
Yayın hayatına 16 yaşında yazdığı
Eski kuşaktan olanlar bilir. Bir kişi yeni işe başladığında ya da okulunu bitirdiğinde ailesi, özellikle de babası ona bir dolmakalem armağan ederdi. O da yıllarca saklanırdı.
Bendeki kalem sevgisi rahmetli küçük teyzem Saadet Yazar’ın ortaokul sıralarında armağan ettiği dolmakalemle başladı.
Dün fuarı gezerken gözlemlediğim, ziyaretçilerin ilgisinin hayli yüksek oluşuydu.
Böyle fuarları gezerken, şöyle bir kuralı zihninizden çıkarmayın: “Bu fuarda ben zevkime ve keseme göre ne alabilirim?”
Sık sık kırtasiye dükkânlarını ziyaret etmiyorsanız, size haber veren kırtasiyeci dostlarının yoksa, bu fuarların işlevi önemlidir.
Sadece yazmanın dışında kimi dolmakalemler mücevher statüsüne girer. İşlevini aşan bu abartıları seyrederim ama doğrusu da yazının işlevini abarttığı için sevmem.
Hangi semtte yaşarsanız yaşayın, mutlaka bir meydandan geçmişsinizdir. Birkaç örnek verelim; Beyazıt Meydanı, Taksim Meydanı, Sultanahmet Meydanı... Adnan Özyalçıner’le Ayşe Bengi’nin hazırladığı ‘Öyküleriyle İstanbul Meydanları’ kitabı bizi eğlenceli bir geziye çağırıyor. Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ‘Sunuş’undan sonra, Adnan Özyalçıner’in ‘İstanbul’un Renkli Resimleri’ yazısını okuyoruz: “Meydan sözlüklerde alan diye geçer. Gerçekte açık alan demektir. Osmanlı döneminden günümüze, İstanbul meydanları büyük camilerin çevresinde, çarşı pazarların yanında ya da yakınında, kimileri de içinde yer almıştır. Liman ağzında, iskele alanlarıyla denizin kıyısında olanları da vardır.
Doğan Kuban, ‘Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nin meydanlar maddesinde şunu söylüyor: ‘Cami İslam kentinin forumudur. İstanbul bu uygulamanın İslam tarihinde eşsiz bir örneğidir. Kent tarihinin topografya ve eski anılara, geleneklere bağlı süreklileri içinde, büyük camiler, eski forumlar yanında inşa edilmişlerdir. Sultan Ahmed Külliyesi, Hipodrom’un yanında ve İstanbul’un tek merasim meydanı olan At Meydanı’nda kurulmuştur.’
Hiç şüphesiz, meydanlar İstanbul’un renkli resimleridir. Kentin geçmişten günümüze taşınan öyküsüdür. Bir buluşma, toplanma alanı olduğu kadar kentin ulaşım, ticaret ve alışveriş merkezidir de. İstanbul meydanları, geçmişten günümüze tarihin aynasıdır. Gelecek güzel günlerin hayalini yaşatır.”
Neler hayal edersiniz meydanlarda? Özyalçıner’e göre bir kır kahvesinde çayınızı yudumlarsınız, cami avlusundaki uçuşan güvercinleri seyredersiniz, vapur düdükleriyle martı seslerinin karışımından doğan seslere dalarsınız. İşte o zamanlar, tahta bir bankın üstünde tek başına oturuyor da olsanız meydanla çoğalırsınız. Meydanlar açıktır. Gittikçe genişleyen bir gökyüzünün altında!
Gezdiğim, gördüğüm meydanlardan ve bazılarının bana hatırlattıklarından bir seçki yaptım:
RUMELİ YAKASI
◊ Edirnekapı Meydanı
◊
Birçok ressamımız oraya gitmiş, orada çalışmış, orada yaşamıştır. Bazı ressamları Paris’te ya da İstanbul’a ziyarete geldiklerinde tanıdım.
İzmir Arkas Sanat Merkezi’nde açılan bir sergi bu açıdan önem taşıyor.
Serginin adı ‘L’Air de Paris - Paris Havası’. Necmi Sönmez’in küratörlüğünde açılan sergi, 1945-1968 yılları arasında Türkiye’den sanatın başkenti Paris’e yolu düşen Türk sanatçıların deneyimlediği özgürleştirici dinamikleri ele alıyor. Arşiv belgeleri ve fotoğraflarla desteklenen sergi, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Paris’e giden Türk sanatçıların, hayatlarında dönüm noktası olan Paris deneyimine ve kendilerini bulma yolculuklarına ışık tutuyor.
Sergiyle ilgili Sönmez, “Türk sanatı ne zaman özgüven kazanarak özgünleşti? Sanatçılarımız ne zaman Avrupalı hocalarının etkilerinden uzaklaşarak kendi ayaklarının üstünde durabildiler? Sergide bir araya getirilen yapıtlarla bu soruların cevaplarının peşine düştük” diyor.
‘Paris Havası’ sergisi vesilesiyle hayli kapsamlı bir katalog-kitap da yayımlandı.
‘L’Air de Paris - Paris Havası/ Ecole de Paris - Paris Okulu: Çağdaş Türk Sanatı 1945-1968’ adını taşıyan kataloğun ilk sayfasında İzmir’deki Fransa Konsolosluğu’na ait binada hizmet veren Arkas Sanat Merkezi hakkında bilgi var.
Lucien Arkas, ‘Önsöz’