Paylaş
Ender Yorgancılar’ı çok uzun zamandır tanıyorum.
Sözünü esirgemeyen, bildiğini söylemekten çekinmeyen, gerçeğin peşinden koşmaktan vazgeçmeyen biridir.
Bana göre Ege Bölgesi Sanayi Odası Başkanlığı’nda da iyi bir sınav veriyor.
Hükümetin iyi yaptıklarının arkasında duruyor, eksik yaptıklarını söylüyor, yanlış yaptıklarını da net ve somut bilgilerle ortaya koyuyor.
O yüzden yaptığı açıklamaları son dönemde daha dikkatli okumaya başladım.
EBSO Başkanı, “Endişeliyiz” diyor.
Bu kaygının nedenlerini de şöyle sıralıyor.
* 17 Aralık’tan bu yana gün be gün değişen gündemiyle Türkiye tamamen içe kapandı.
* Görünen manzara tüm kurumların içerisinde bir kaosun hakim olduğudur.
* Doların yüzde 30 değerlenmesi üretimin önündeki en büyük engeldir.
* Sıcak paraya olan bağımlılığımız, enerji ithalatımız, reel sektörün döviz pozisyon açığı her biri çok ciddi başlıklardır.
Peki Yorgancılar’ın önerisi nedir?
* Ortak paydalar temelinde toplumun bir araya gelmesi.
Olmazsa olmaz şartı ise hukukun üstünlüğü ve kamu vicdanı...
Hukuk herkese, her zaman lazım...
Kamusunu bilemem ama vicdan; benim en fazla önem verdiğim şey...
Çünkü geçmişin hesabı kadar geleceğin inşası da vicdan sahibi insanlarla ve onların vereceği kararlarla atılacak.
Hukuk kadar belki de daha da fazla vicdan
Ben böyle düşünüyorum. Başlıkta yazdığım gibi... Hukuk olmazsa olmazımız. Ama bugünün dünyasında, Türkiye’nin bugünkü koşullarında “daha fazla vicdan” belki de... Neden mi? Çünkü duygusal milletimiz, duygularımız bizi çoğu zaman yönlendiriyor, kararlarımızda etkili oluyor. Akdenizli kanı damarlarımızda dolaşıyor, yerimizde duramıyoruz.
Hepsini anlıyorum. Ama bu ruh hali bize yanlışlar da yaptırıyor, eksikleri görmemize engel de oluyor.
Bir partinin hukuku olur mu? Olmaz... AK Parti’nin ayrı, CHP’nin ayrı, MHP’nin ayrı anayasası olamayacağı gibi yargının da partiye göre değil evrensel kriterlere göre karar vermesi gerekir.
Vicdan; Türkiye’nin bundan böyle en fazla konuşacağı kavramlarından biri olacak.
Çünkü vicdan insanın bütün duygu ve düşüncelerini, bu duygu ve düşüncelerdeki maksat ve niyetleri adım adım izleyen, hiçbirisini kaçırmayan, hatır, gönül, hoşgörü, merhamet, dostluk, iltimas tanımadan yargılayıp sorumluluğu takdir eden her zaman uyanık bir hakimdir.
Türkiye’yi Türkiye yapan
Aslında Türkiye’nin kültürel zenginliğini Saint Joseph’te okurken fark ettim.
Sınıfımızda Türk arkadaşlarımız kadar; levanten, Fransız, İtalyan, Rum arkadaşlarımız da vardı.
Hepsi bizim kadar Türkçe konuşuyorlardı; bizler de onlar kadar iyi Fransızca, İngilizce konuşmaya çalışıyorduk.
Türkiye’de, İzmir’de doğmuşlardı; hatta bir çoğu hepimizden daha çok İzmirliydi.
Büyük babaları, büyük anneleri yüzyıllar önce gelmişler, ama bir daha gitmemişlerdi.
Belki de Saint Joseph’i o yüzden çok sevdim.
Hoşgörü havuzunda fikir sörfü yaptık yıllarca...
Ve öyle büyüdük.
Hep birlikte...
Şimdi bazılarımız dünyanın bir ucunda, bazılarımız yanı başımızda...
Ama dostluklarımız hep baki, hep taze, hep çok güzel...
Gökçeada’daki karne haberini okuduğumda o yıllarım aklıma geldi.
Zeytinlik Köyü’nde Özel Gökçeada Rum İlkokulu’nda ya da Aya Todori İlk Mektebi’nde Musa Avcı, Dimitri Kalpas, Sofia Avcı, Kaan Kaleci karnelerini almış; hem de 50 yıl sonra...
Okul ilk 1951 yılında açılmış; ama 1964’te kapanmış. 38 yıl sonra adaya dönüş yapan Anna Koçumal okulu yeniden açmış.
Okulun şimdilik dört öğrencisi var.
Ve 50 yıl sonra bu okulda karne sevinci yaşanmış.
Ne güzel...
Bu insanlar hep bu topraklardaydı, buradan uzakta olanlar da bu coğrafyayı, bizleri özlüyorlar.
Ben Türkiye’yi o yüzden seviyorum.
Bizim Saint Joseph’teki hoşgörü havuzu aslında Türkiye’nin hoşgörü denizidir, okyanusudur.
Türkiye’yi Türkiye yapan da budur.
Paylaş