Paylaş
TÜRSAB Ege Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı Ali Hepşen’in bir tespiti var.
Diyor ki...
“Turizmde krizin etkisi 2020’ye kadar sürebilir...”
Ve ekliyor...
“Ciddi bir türbülans yaşıyoruz. 7.6 milyon turist kaybı, 9 milyar dolarlık gelir kaybı öngörülüyor. Çözüm olarak iç turizmi hareketlendirmeyi düşünmek, istenen sonucu vermez. Zira dış turizmin yerini almaz. 50 sektöre istihdam ve kaynak sağlıyoruz. Toplam ihracatın yüzde 21.9’unu, bütçe açığının yüzde 49.6’sını karşılıyoruz. Bir de bu kriz sadece 2016’yı etkilemeyecek ki... 2020’ye kadar yansıyacak. Uzun yıllardır sektördeki pek çok krize tanık oldum. Bu sefer ki farklı, çok daha ciddi bir patinaj olacaktır...”
Benim iyimser yanım, krizin o kadar uzun sürmeyeceğini söylüyor.
Ama bu rüzgarı tersine çevirmek için yapmamız gerekenler var.
Bu sefer, öyle kendi haline bırakmamak lazım.
Çok ciddi bir tanıtım kampanyasına ihtiyaç var.
Öncelikle siyasi istikrarın ve toplumsal birlikteliğin dışarıda iyi anlatılması gerekir.
Ben İzmir Limanı’na yanaşmış, kruvaziyer gemilerini görmeyi özledim.
Ege’nin kıyılarına gelen birçok yabancı dostumun bir sonraki yıl yine İtalya’yı, İspanya’yı tercih etmelerini istemiyorum.
Yapmamız gerekenler var.
Gazeteci, gazetecilik
ELEŞTİRİLERE alışığız.
Ve açığız...
Sosyal medyadan sonra hakarete varan eleştirilere de alıştık.
Yine de eleştiri kısmını alıp hakaret kısımlarını Allah’a havale ettik.
Siyasetin dili yumuşadıkça sosyal medyadaki bu linç refleksinin de ortadan kalkmasını umut ediyorum.
Son günlerde yaşadıklarımız ise hakaret boyutundan, hedef gösterme boyutuna geçti.
15 Temmuz gecesi hepimiz bir kabus yaşadık, ama 16 Temmuz’da ben çok daha güzel bir Türkiye’ye uyandım.
Umudumu artıran gelişmeler devam ediyor.
Toplumun her kesiminden uzlaşma, birliktelik ve gelecek hayalleriyle ilgili güzel mesajlar geliyor.
Sizi bilmem, ama ben 14 Temmuz gününe dönmek istemiyorum.
Bu beraberlik ruhunun Türkiye’ye iyi geldiğini düşünüyorum.
Ve şunu biliyorum...
Bugün devletin bütün kurumlarının, başta siyaset olmak üzere her kesimin özeleştiri yapma zamanıdır.
Siyasetçi bundan kaçamaz, asker bundan kaçamaz, bürokrat, yargı kaçamaz.
Sivil toplum kendini sıyıramaz.
Ve elbette medya da kendini ayrı tutamaz.
Tavrımız nettir.
Bu ülkenin geleceği için daha güçlü bir demokrasi istemeliyiz.
Türkiye fabrika ayarlarına geri dönmelidir.
***
En başa döneyim.
Eleştirilere sonuna kadar açığız.
Ama iş hakaret ve hedef gösterme boyutuna gelmişse, o zaman durun bakalım.
Söyleyeceklerimiz var.
Son günlerde İzmir medyasıyla ilgili ağır ithamlarda bulunanlar var.
Net söyleyeyim.
Hiçbirine katılmıyorum.
Ayıplıyor ve kınıyorum.
İzmir’in demokrat, objektif, siyasetten arınmış bir medyası vardır.
Eksikleri yok mudur, vardır elbette...
Ama ülke sevgisini test etmeye kimse kalkmasın.
Atatürk sevgimizi de...
***
Gazetecilik aynı zamanda bir kamu görevidir.
Avukat, savcı, hakim nasıl devleti adına, kamu adına hizmet veriyorsa, gazeteci de öyledir.
Yaptığımız haberler, yazdığımız yazılar kamuoyunun oluşmasını sağlar.
O yüzden bir gazetecinin toplumun her kesimiyle konuşması, temas halinde olmasından daha normal bir şey yoktur.
Gazeteci istediği her kişiyle konuşur, konuşmalıdır da...
Ama gazeteci PR’cı, halkla ilişkilerci, algı yöneticisi değildir, hiç kimsenin propagandasını yapmak zorunda değildir, böyle bir görevi de yoktur.
Kamu yararı varsa o haberdir, yoksa haber değeri yoktur.
Hele hele fikren, ruhen bana uymayan bir düşüncenin, görüşün, bir hareketin propagandasını yapmamı kimse benden istemesin.
Kriterlerden biri de budur.
***
Gazetecilik zordur, dışarıdan göründüğü gibi değildir.
Ama bu zorlukları biz baştan kabul ettik.
Objektif kalmayı, herkese eşit mesafede durmayı, haberin olmazsa olmaz özelliklerini, demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri hep önde tuttuk.
Ve ülke menfaatlerini, Türkiye’nin geleceğini, insanlığın evrensel değerlerini unutmadık.
***
30 yıllık meslek hayatımda bu mesleğin önemli fonksiyonları, topluma göre sorumlulukları olduğunu hiçbir zaman unutmadım.
Bu ilkelere göre yaşadım, yakın çevremin de bu esasları düşünerek hareket etmesini istedim.
Eşim Berna böyle yaşıyor, anne ve babam öyledir. Kız kardeşim, kuzenlerim, yakın çevrem de...
Gazetecilik yaptığımı ve benim bu konuda ne kadar titiz olduğumu çok iyi bilirler.
Minik oğlum Atlas, büyüdüğünde belki emekli bir gazetecinin oğlu olacak, ama yaş aldıkça bir gazeteci babanın oğlunun nasıl hareket etmesi gerektiğini ona da anlatacağım.
Atlas’a “Gazetecilik dünyanın en güzel ama en zor mesleklerinden biridir. Gazeteci olmak istersen sonuna kadar seni destekleyeceğim” diyeceğim.
Seçimini kendisi yapacaktır ama Atlas’ın da gazeteci olmasını çok isterim.
***
Bizim meslek ilginçtir, zordur anlayacağınız.
Biriktirmeden, geciktirmeden, ertelemeden özeleştiri yapanlar, kendini sorgulayanlar, hayat ve meslek ilkelerini unutmayanlar için ise bu zorluklar bir süre sonra mesleki keyfe dönüşür.
Eleştirilere açığız.
Hakaretleri de her zaman yaptığımız gibi Allah’a havale ediyoruz.
Paylaş