Paylaş
GEÇEN hafta bitirdiğim kitap “Uyuyan Adam”dı.
Yanlış anlamayın “Uyuyan Hakimler” değil, Fransız yazar Georges Perec’in uyuyan adamı...
Bu bir iddia tabii... Soruşturma açıldı, olay yakında netlik kazanacak, ama fotoğraflar Gezi Parkı eylemleri sırasında Ethem Sarısülük’ün öldürülmesi ile ilgili davada uyuduğu, pardon rüya görerek uyuduğunu gösteriyor.
Neyse...
Bilirkişiler bilir; hakimler uyudu mu, uyumadı mı?
Uyudularsa hangi rüyayı gördüler, uyandıklarında hangi gerçeklerle karşı karşıya kalacaklar, bakacağız artık...
Şu kadarını söyleyip, kitaptaki kahraman uyuyan adama döneyim.
Her meslekte bir erezyon var, her meslekte etik kurallar yeniden gözden geçiriliyor, her meslekte bir aymazlık var.
İyileri yüceltmek, yanlış yapanları teşhir etmek, hepimizin boynumuzun borcu olsun.
Bu dilekleri de daha iyi bir Türkiye için istediğimizi söylemeliyim.
“Uyuyan bir Türkiye” değil, farkında olan, farklılık yaratan bir Türkiye istiyoruz.
Bakmadan görmeyi görmeden bakmayı öğrenmek mümkün mü?
ALBERT Camus en sevdiğim yazarlardandır.
Georges Perec benim için bir Camus değil, ama işlediği karakterler Camus’ye benzerlikler taşır.
“Uyuyan Adam” da Camus’nün “Yabancı”sında olduğu gibi sorgulayan, dünya gerçeklerini gözden geçiren, ilginç bir karakter var.
Bu başkahraman önceleri şöyle diyor:
“Umut etmeyi, girişimde bulunmayı, başarmayı, diretmeyi unutmalısın...”
Hiç bana göre değil...
Kendimi bildim bileli, hep tam tersini yapmışımdır çünkü...
Umut et, girişimci ol, iddialı ol ki, başarasın; sabırlı, istikrarlı ve takipçi ol diye öğrettiler bize hep...
Elbette, iflah olmaz iyimserliği bırakmadan...
Kitapta “uyuyan dam”ın iç sesi şöyle konuşuyor:
“Yalnızsın. Yalnız bir adam gibi yürümeyi, aylak aylak dolaşmayı, sürtmeyi, bakmadan görmeyi, görmeden bakmayı öğreniyorsun. Saydamlığı, hareketsizliği, var olmayışı öğreniyorsun...”
Çarpıcı bir başka cümle daha...
“Yaşamanın, harekete geçmenin, bir şey yapmanın pek sana göre olmadığını hissediyorsun; sadece sürüp gitmek istiyorsun, sadece bekleyişi ve unutuşu istiyorsun.”
İçine kapanan insanlar kadar içine kapanan, sorgulamayan toplumlar da böyle değil mi?
Sorgulama, harekete geçme, düşünme...
Ve yine “uyuyan adamın” uyku halinde mırıldandıkları...
“Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan başlama makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet...”
Evet, yaşam denen kazan zor... Kolay olduğunu kim söyledi ki... Ama herşey bu büyük mücadelinin içinden çıkmıyor mu? Her kışın sonrasında bir baharın olduğunu düşünmüyor mu? Ne istediğini bilmeden beklemenin anlamsız olduğunu kabul etmiyor mu?
Ve “uyayan adam” işte bir gün uyanıyor.
Ve bir gün herşey değişiverir
GEORGES Perec’in “uyuyan adam”ı bir gün şöyle diyor:
“Hayır; sen, yap boz oyunun eksik parçası olmayı yeğliyorsun. Tasını tarağını topluyorsun. Şansını hiç denemiyor, hiçbir işe hiçbir umut bağlamıyorsun. Çare nedir diye sormayacaksın. Kendi yolunda yürüyüp gideceksin...”
Uyuyan adam; bir sabah uyandığında her şeyi aşırı derecede algılamaya başlıyor. O güne kadar sorgulayan başkahraman düşünmeye başlıyor, hem de en küçük ayrıntıları dahi... Bugüne kadar duymadıklarını duymaya, o güne kadar sanki apartmanda tek başına yaşıyormuş gibi davranırken, komşularının yaptıklarını, etraftan duyduğu seslerin içeriğini ve gün içerisinde hemen her şey üzerine düşünmeye başlıyor.
Albert Camus, “Gerçeği yükseltmeye gücü yetmeyen düşünce, onu yansıtmakta karar kılar” der...
Demokrasiler “uyuyan adamlarla” güçlenemez.
Ülkeler “uyuyan adamlarla” refahlarını arttıramaz.
Dünya “uyuyan adamlarla” barışı yakalayamaz.
Paylaş