Suat Kaptaner’e niye kızayım?

Suat Kaptaner’e niye kızayım

Haberin Devamı

HAKLI...
Sonuçta; İzmir Tabip Odası Başkanı olarak, üyelerinin, doktor arkadaşlarının, sağlık çalışanlarının hakkını savunuyor.
Peki ne yapacaklarmış?
Doktorlara cop, kask ve biber gazı dağıtacaklarmış.
“Yok artık” demeyin.
Kaptaner’i eleştiremem, o görevini yapıyor, başkanlığını yaptığı odanın üyeleri endişeye kapılınca, çaldığı kapılardan beklentileri karşılayacak yanıtlar alamayınca, yumruk yiyen, tartaklanan, bıçaklanan ve öldürülen üyelerinin güvenliğini kendi yönemleriyle korumaktan başka bir çare kalmıyor geriye... Yani bundan böyle doktora gittiğinizde bir profesör size elinde copla karşılarsa sakın korkmayın.
O ne olur, ne olmaz diye kendi tedbirini almıştır.
Ya da o doktor kaskla ameliyathaneden çıkmışsa, yine kendini koruyor demektir.
Belli mi olur diye..
Kaptaner açıklıyor işte...
Sadece İzmir’de bir iki yılda hekimlere yönelik 22 hakaret, 8 tokat ve yumruklama, 2 bıçak ve tornavida ile saldırı olmuş. Bir de silahlı yaralama var.
Hatırlayın, geçenlerde Uşak’ta 112’nin acil doktorlarına saldırı olmadı mı, doktorlar önde, hasta yakınları arkada sokak kovalamacısı yaşanmadı mı?
Türkiye genelindeki rakamlar ise daha facia...
Son altı ayda 6 bin 358 sağlık personeli şiddete maruz kalmış.
Ben Suat Kaptaner’e niye kızayım, sadece “Aferin...” diyebilirim.
Evet, bir doktorun, ambulansla hastanın evine giden ekibin, araçtan indiğinde elinde cop, başında kask, cebinde biber gazı olması biraz komik ama...
Ağlanacak halimize gülmüyor muyuz?
Ağlayacağımıza gülelim...
Bari bir, iki şiddet olayını önlemiş oluruz.

Haberin Devamı

Son dönemin ruh hali

BAZEN bu ülke, bu coğrafyanın insanları beni şaşırtıyor.
Neden mi?
Öyle olaylar oluyor ki, çıtımız çıkmıyor, derin bir sessizlik içine bürünüyoruz.
Bazen de bir başka yerde olmayan, içine mizahı da katan, Anadolu insanın yaratıcılığını da gösteren tepkiler veriyoruz.
Sessizlik hakimken, kendimi sorguluyorum “Niye...” diye...
Neden tepki vermiyoruz, neden toplumsal uyarı hakkımızı kullanmıyoruz, demokrasimizin daha güçlü olması için niçin yüksek sesle konuşmuyoruz?
İlk yazımda değindiğim gibi örneğin; şiddet gören, dövülen, hatta kızgın hasta yakınları tarafından öldürülen doktorlarımız için neden tepki vermiyoruz, neden sessiz kalıyoruz?
Ses yok, çıt çıkmıyor. Bunun gibi yüzlerce örnek verebilirim.
Son dönemde şöyle bir ruh hali gelişti.
En yakın çevremde bunu gözlemliyorum.
Bakıyorum, kapalı kapılar ardında herkes konuşuyor, mangalda kül bırakmıyor, her yere lafını söylemekten çekinmiyor.
Öyle bir durumda, “Gel bunları kamuoyuyla paylaş, bir röportaj yapalım” dediğimde de “Aman benim ismimi verme, yanlış anlaşılır, şöyle konuşulur, şöyle bakılır” cevabını alıyorum.
Sonra da ilave ediliyor:
“Ama sen benim söylediklerimi kendi görüşün gibi yaz lütfen...”
Aslında çok iyi bilirler, ben sadece kendi görüşlerimi yazarım.
Başkalarının söylediklerini kendi görüşüm gibi yazmayı hiçbir zaman kabul etmem. Edemem...

Haberin Devamı

TAVSİYE EDERİM

Nedendir bilmiyorum. Son birkaç yıldır, aynı kitabı alıp bitiremiyorum. Yanı başımda hep birkaç kitap olsun istiyorum. Aynı anda üç, dört kitabı, altını çizerek, yanlarına kendi notlarımı alarak okumak çok daha fazla hoşuma gidiyor. Siz de öyle yapın. Hem daha fazla okuyorsunuz, hem daha mutlu oluyorsunuz. Elbette, bu benim için geçerli olan bir alışkanlık olabilir. Ama faydasını gördüm, tavsiye ederim.

Bir gün öyle, bir gün böyle

AZİZ Kocaoğlu, bir söz söylüyor, herkes diyor ki...
“Kocaoğlu bu sefer aday değil...”
Bir başka gün öyle bir söz söylüyor ki, herkes diyor ki...
“Bak işte aday...”
Dün, “Hedefimiz büyük, bu kenti hayal ediyoruz. Hayallerimiz, ufkumuz geniş... Bugüne kadar büyük hata yapmadık. Ne bize inananları, ne siyasi partimizi, ne de İzmirlilerin başını eğmedik. Yere baktırmadık. Baktırmayacağız. Çünkü bir tek sevdamız var. İzmir’e hizmet etmek...” deyince, yine herkes...
“Gördünüz mü, bu sözler Aziz Bey’in aday olduğunu gösteriyor” dedi.
Ben de diyorum ki, siyasette bir haftanın, hatta bir günün bile uzun olduğu bir ülkede yaşıyoruz. 24 saatte çok şey değişebilir. Ama gerçek olan, Aziz Kocaoğlu’nun öncelikle kişisel kararı İzmir siyasetinin yakın bir geleceğini şekillendirecek. Net olan bu...

Haberin Devamı

İZMİRCE BİR BAKIŞ

ULUSLARARASI Toplu Taşımacılar Birliği (UITP) tarafından “En İyi İş Birliği” kategorisinde büyük ödülü kazanan İZBAN, Marmaray ve Gaziray’dan sonra Erzurum’da kurulacak raylı sisteme de örnek olmuş. Başından beri söylüyorum, İzmir başlı başına bir modeldi, model oldu, model olmaya devam etmeli. Siyasetin de İzmir diline çok ihtiyacı var. Yani Ankara’yla İzmir’in, Ankara’yla Bursa’nın, Ankara’yla Erzurum’un, Ankara’yla tüm Türkiye’nin uzlaşabileceği projeleri hayata geçirmesi gerekir. Elbette benim söylediğim, projelerin de ötesinde bir şey... Siyasetin birbirini anlamaya, birbirini desteklemeye ihtiyacı var. Bunu yaparken de insanları olduğu gibi kabul etmeye, İzmirlilerin yaptığı gibi hayatı özgürce, demokrasiyi içine sindirerek yaşamaları gerekiyor.

Yazarın Tüm Yazıları