Paylaş
AK Parti teşkilatı oturmuş, seçim sonuçlarını önlerine almış ve demişler ki...
“Seçmen adaya değil partiye oy verdi, Gezi ile başlayan direnç 17 Aralık ve sonrası arttı, sandığa gidenler tepki oyu kullandı, vizyon adaylar ile fark yaratılamadı...”
Gelelim CHP’ye... CHP’liler ne dedi?
İzmir milletvekilleri Alaattin Yüksel ve Mustafa Moroğlu ile İl Başkanı Ali Engin’in açıklamaları özetle şöyleydi.
“Metropolde kendimizi anlattık, ancak küçük ilçelerde partiden ayrılıp DSP ve DP’den aday olanlar oyları böldü. Sorumlusu bu arkadaşlardır...”
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ise “Başarılıyız...” dedi.
Özeleştiri yapılacaksa ve sonraki seçimlerde her iki parti de daha iyi sonuçlar hedefliyorsa; özeleştiri alanlarını biraz daha genişletmeye ihtiyaçları var bana göre...
Çünkü ne AK Parti’nin, ne de CHP’nin açıklamaları yeterli değil.
Belki kendi içlerinde bu ayrıntıları daha açık, daha şeffaf, maskesiz tartışıyorlardır, ama iki partiye oy atmış kişilerin daha fazlasını duymaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
AK Parti’nin hedefinin yüzde 40 ve üstü olduğu gözüküyor. Diyelim yüzde 40 alınmış olsaydı; bu seçimi kazanmak için yeterli miydi? Değildi...
CHP’de kamuoyuna yansımasa da içten içe büyük bir hayal kırıklığı olduğunu biliyorum. Bir önceki seçimdeki oyu garanti görüp, üzerini bekleyenlerin yüzde 49.5’u nasıl anlatacaklarını merak ediyorum. Üstelik; kaybedilmiş sekiz de ilçe olduğuna göre...
2002’den bu yana İzmir’deki bazı endişeleri gideremeyen AK Parti’nin de, seçimi garanti garanti gören CHP’nin de daha başka şeyler söylemesi gerekir. Mış gibi yapıp, özeleştiri yapmış gibi davranmak ancak günü kurtarır.
Rüzgar yoksa sörf yapılmaz
DSP’den aday olanlar “Ne böleniz, ne pişman” demişler. İki çift sözüm var. Birincisi CHP’ye, ikincisi DSP’ye...
CHP; adaylık sürecini resmen eline yüzüne bulaştırdı. Türkiye gibi bir haftada gündem değiştiren bir ülkede; adaylık sürecini altı aya yaydılar. Böyle olunca rakipleriyle uğraşacaklarına kendi içinde kavgaya tutuştular. Daha da önemlisi; aday patlaması yaşadıkları kentlerde önlem de almadılar. Hem değişim istediler, hem de bunu yaparken aday adaylarını ikna odasına almayı ihmal ettiler. Bir telefonla bile gönüllerini almadılar. Süreci doğal akışına bıraktılar. Çok eminim ki; Genel başkan değil, yardımcılarından biri arayıp “Böyle uygun gördük, çalışmaya devam edin” deseydi, kimse DSP’den aday olmazdı.
DSP’ye gelince...
DSP bir misyon partisiydi. Ecevit’in alıp götürdüğü, iktidara taşıdığı DSP, artık eski havasında değil. Bundan sonra da olamaz. CHP’den ayrılıp DSP’den aday olanlar; kendilerini kanıtlamış iyi siyasetçiler. Ama yerel seçimin genele döndüğü bir ortamda daha fazlasını yapamazlardı. Çünkü iktidara yürüyüş için Ankara’dan esen rüzgarın şiddeti de önemliydi. DSP adına bir rüzgar yoktu. İzmir’in imbatı da CHP’den yanaydı. DSP’liler bunu görmeli; rüzgar yoksa sörf yapılmaz.
Bu uyarılara hak veriyorum
İş dünyasından; “Siyaseti ikinci plana itelim, ekonomiye bakalım” uyarıları geliyor. Haklılar... Hatta uzun bir süre siyaset konuşmayı da bırakalım. Çünkü görüyorum ki; bu süreç sadece siyaset yapanları değil, sokaktaki vatandaşı bile yordu. Birileri politikacılara hayatta siyasetten başka şeyler de olduğunu hatırlatmalı.
Yasa oy oranlarını da etkiledi
Bütünşehir Yasası aslında oy dağılımlarını da etkiledi. Örneğin Aydın ve Muğla’da büyükşehiri kazanan CHP’li adaylarla konuştuğumuzda daha yüksek oy oranlarını tahmin ediyorlardı. Oylar bu oranların altında kaldı. Manisa’da MHP’li Cengiz Ergün daha rahat bir seçim bekliyordu. Balıkesir’de MHP’nin kaybetmesinde de büyükşehir için atılan oyların payı var. Sonuç olarak; şartlar herkes için geçerli... Ama tahminlerle gerçekler arasındaki oranların bu kadar açık olmasında bunun önemli bir etkisi olduğunu hatırlatmak isterim.
Paylaş