Paylaş
Ve şimdi de Seferihisar...
Sakin şehir...
Nedim Atilla ve Nezih Öztüre; her yıl bir kitap yazmaya devam ediyor.
Çok değerli bu iki dostumun yaptıklarını titizlikle izliyorum.
Nedim Atilla’yı size anlatmama zaten gerek yok...
Hepimizin danıştığı kişi...
Bir yere gideceksek, bir yeri arıyorsak, neyin nerede olduğunu öğrenmek istiyorsak...
Nerede ne yenileceğini merak ediyorsak hemen telefona sarılıp Nedim Atilla’yı arıyoruz.
Ben şahsen öyle yapıyorum.
Bunun yanında iyi bir gazeteci ve aynı zamanda iyi bir dost olduğunu da söylemem gerekir.
İzmir’e katkısı çoktur, böylesine Ege aşığı insan azdır.
Nezih Öztüre de müthiş bir adamdır...
Gerçek bir dosttur.
Çok ön plana çıkmayı sevmez, yaptığı iyilikleri anlatmayı, konuşmayı sevmez.
Doğrusu da budur...
“İyilik yap, iyilik bul” felsefesine inanan, çok renkli, olağanüstü bir insandır.
Okur, bilir, anlatır...
Bununla da kalmaz...
Okuduklarını, bildiklerini, gördüklerini, hissettiklerini yakın arkadaşları, dostları, çalışma arkadaşları...
Ve bütün İzmirliler, Egeliler de görsün, yaşasın ister...
Nezih Öztüre, gönül adamıdır.
Böylesine bir ikili bir araya gelince, elbette iyi şeyler çıkar.
İyi kitaplar, iyi müzik CD’leri...
Doyumsuz sohbetler...
Slow City’den sonra Slow Food da ne anlama geliyor
Slow Food, Carlo Petrini ve arkadaşları tarafından 1986’da İtalya’nın başkenti Roma’da İspanyol Merdivenleri’nin yakınında bir fast food zincirine tepki olarak kuruldu.
Aradan geçen yıllar içinde küçük çiftçiliği, geleneksel üretimi, doğa dostu tarımı, yerel tohumları destekleyen ve tercihlerini bu yönde kullanan üreticileri ve yan üreticilerini sürdürülebilir yöntemleri destekler hale geldi.
Eğitim ve üretim için bilimsel ve akademik platformlar örgütlenmeye başlandı. Gıdanın felsefesi, “daima, iyi, temiz ve adil” esaslarında olması istendi.
Seferihisar’ın “Slow City” oluşuyla bu akımın Türkiye’de yayılması da hızlandı.
Slow Food hareketi de kendine sembol olarak “salyangoz”u seçti. Hayat içinde sürekli yiyerek ağır ağır ilerleyen salyangoz bir anlamda insanoğlunun yolculuğunu da temsil ediyor.
Yavaş, temkinli ancak kararlı ilerleyen “salyangoz” cüssesinden beklenmeyecek mesafeleri aşıyor, aynı zamanda geçtiği yerlerde iz bırakıyor.
Slow Food sanıldığı gibi ağır ağır pişirilmiş bir yemeği, tadına vara vara, yavaş yavaş yemekten ibaret bir keyif anlayışı değil. Amaçlar arasında giderek hızlanan hayatı normal ritmine döndürerek yavaşlatmak var. Toprağın sunduğu, insanoğlunun asırlar boyunca damıttığı lezzetlerin zevkine varmak, lezzetlerin doya doya tadını çıkarmak var.
Geleneği yaşatmak fosilleşmek mi?
Petrini’nin ‘Slow Food Devrimi’ kitabını da mutlaka okumanızı öneririm. Petrini, Terra Madre çatısı altında, doğru yemek politikaları oluşturmak için buluşmaya çağırıyor herkesi... Geçen aylarda Petrini ve ünlü İtalyan yazar Dario Fo’nun da katıldığı bir buluşma gerçekleşti. Burada ilginç diyaloglar da yaşandı.
Salonda balıkçı Pietro konuşurken, Petrini’nin asistanı söz alarak katılımcılar arasında Umbria bölgesinden iki kasabanın girişimci kadınlarının olduğunu söylüyor. Colazzone kasabasından Müşterek Fırıncılar ve Anonim Halk Aşçıları... Perugia’ya bağlı 3 bin 500 nüfuslu Colazzone kasabası halkı dedelerinden kalma müşterek fırın geleneğini yeniden canlandırmışlar. Belli noktalarda kurulan fırınlar kasabanın ortak malı olarak hizmet veriyor. Bakımı, kullanımı dönüşümlü olarak yapılıyor. Anadolu insanın da yabancısı olmadığı bir uygulama, eskiden... Parayla değil sırayla. Anonim Halk Aşçıları ise kasabalarının düğün, nişan, ölüm her türlü merasim yemeği ihtiyacını karşılayan, profesyonel aşçı olmayan kadınlardan oluşuyor. Eski kuşağın yanında yeni kuşak genç kızlar yan yana. Petrini de Fo da heyecanlanıyorlar bu kadınların karşısında. Petrini, “Ne kadar modern bir girişiminiz olduğunun umarım farkındasınızdır. Geleneği yaşatmak, fosilleşmek ya da yöresel sevimlilik olarak algılanıyor. Ama gelecek burada, bu tür girişimlerde... Şehirde olsanız bu yaptığınızın adı catering olurdu. Şehirli insanın da bu tür sosyal paylaşımlara açılmasının zamanı geldi. Politikada da böyle... Sahte demokrasilerden kurtulmanın tek yolu, yerel yönetimde paylaşımcı ve katılımcı olmak... Ancak bu şekilde temsil edenin temsil ettiği, vekaletli, sahte demokrasilerden kurtulabiliriz” diyor.
Ne kadar doğru...
Teos’tan sakin bir şehre
Birkaç yıl öncesine kadar Seferihisar, bu kadar çok bilinmezdi. Biz Egeliler, kıymetini biliyorduk, ama ulusal medya bu kadar farkında değildi. Ne zaman Başkan Tunç Soyer çıktı sahneye, “Burası sakin şehir olacak, hareketin simgesi salyangozu girişe asacağız” dedi, herkes daha fazla kulak kabartır oldu. Soyer dediğini de yaptı; salyangoz Teos’a asıldı...
Ve Türkiye Seferihisar’a akmaya başladı. Bu süreci Soyer’in çok iyi yönettiğine inanıyorum. Gerçekten de küçük imkanlarla büyük işler de yapılabileceğini kanıtlayan model oldu. Şimdi Slow City’den sonra Slow Food da geliyor. Seferihisar buna hazırlanıyor.
EXPO olsun ya da olmasın, Ege’nin kendini anlatabileceği çok ayrıntı bulunuyor. Bunlardan biri de mutfak kültürü... Ve daha sağlıklı bir dünya için Ege’nin, İzmir’in, Seferihisar’ın önereceği çok şey bulunuyor. Nedim Atilla ve Nezih Öztüre’nin bu kitapları, bu öyküyü anlatmak için de bir fırsat...
Paylaş