Paylaş
Biliyorum; çok şey yazılacak, çizilecek, söylenecek Nejat Uygur’un da ardından...
Birçok kişi onu nasıl sevdiğini, nasıl örnek aldığını, nasıl izler bıraktığını anlatacak... Birçokları da anılarını paylaşacak; ne kadar büyük bir sanatçı ve örnek bir insan olduğunu hatırlatacak. Hepsi önemli, hepsinin bir değeri ve anlamı var.
2013’te yakın tarihimizde iz bırakan nice insanı hep sonsuzluğa uğurladık.
Şenay Yüzbaşıoğlu’ndan Mehmet Ali Birand’a, Müslüm Gürses’ten Toktamış Ateş’e kadar...
Dinçer Çekmez, Alev Sururi, Burhan Doğançay, Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara, Sadun Tanju, İsmet Kür, Savaş Akova, Ferdi Özbeğen, Macide Tanır, Tekin Akmansoy, Osman Gidişoğlu, Müslüm Gürses, Metin Serezli, Alev Sururi...
Daha geçenlerde Savaş Ay, Doğan Koloğlu...
Herkesin yeri dolar ama bu isimlerin yerinin dolması galiba biraz zaman alacak...
Çok fazla söze gerek yok...
Çünkü piyanist Tuluyhan Uğurlu; usta tiyatrocu Nejat Uygur’un ardından sanatçının gençliğinde yaşadığı zorlukları anlatan bir mesaj yayınlamış.
Dünün bence en anlamlı mesajı buydu.
Sadece Nejat Uygur’un değil; kıymetini bilemediğimiz, sonradan bildiğimiz, ölümünün ardından anladığımız nice sanatçımız, insanımız için çok, ama çok anlamlıydı.
Okuyan okumuştur; okumayanlar için bir not düşelim istedim.
“Dünya çapında bir oyuncuyu, Nejat Uygur’u da kaybettik. Oyunculuğu Charlie Chaplin çapında, belki ondan daha ötedeydi. Nejat Uygur, tüm gençlik yılları boyunca sıkıntılar yaşamıştı. O, her şeyi bilen sanat gurularının dışladığı, küçümsediği bir isimdi. Tiyatrosunu Taksim, Harbiye yerine geleneksel hayatın yaşandığı eski bir İstanbul mahallesine, Kocamustafapaşa’ya açmıştı. Tiyatro salonu her gece yüzlerce insan tarafından dolar, seyircisi onu ön yargısı olmadan izler, coşkuyla alkışlar, sevgiyle kucaklardı. Nejat Uygur arada bir de olsa, dönemin gazetelerini, dergilerini ziyaret eder, gazeteciler de tiyatrosunu izlesin, iki satır yazsınlar diye davetiyeleri bizzat kendisi bırakırdı. Ancak gelen davetiyelere itibar edilmez, gazete çalışanlarına verilirdi. ‘Çaycılar, şoförler, matbaa çalışanları zaten benim seyircim, başımın üstünde yerleri var. Ancak arada sizler de gelin beni izleyin’ diye gazetecilere sitem ederdi.
Sesini güçlüler arasında duyuramayan bu büyük sanatçı, özel televizyonlar açılıp, bilimsel izlenme oranları ile tanışmamızdan sonra zorunlu olarak baş tacı edildi. Halkın sesi baskın çıkınca tıpkı Orhan Gencebay gibi, ‘elitlerimiz’ Nejat Usta’yı da yere göğe sığdırmaz oldu. Şimdi yıllarca halkın sanatçısı olarak küçümsedikleri usta oyuncu için kim bilir ne ağıtlar yakacaklar? Bakın okuyun, izleyin, herkes bir şeyler anlatacak onun için... Sayfa sayfa yazılar, methiyeler döktürecekler. Nejat Uygur ise göklerdeki mekânından onları gülümseyerek izleyecek.
Nejat Uygur içimizden biriydi, Türkiye’nin sessiz çoğunluğunun sanatçısıydı. Küçük insanın acizliğini, sıkıntılarını ve gerektiğinde kurnazlığını, geleneksel tiyatro üslubu içinde ustalıkla vermeyi bildi. Bize bizi anlattı, bizleri mutlu etti. Nur içinde yatsın, mekânı cennet olsun.”
Daha iyisini yazamazdım.
Uğurlu’nun mesajını o yüzden yeniden yayınlamak istedim.
Ama şunu söyleyebilirim.
Sanatçı olmak böyle bir şeydir; sessiz çoğunluğun sesi olmayı baştan kabul etmiş insanlardır.
Anlaşılmasa da, yalnız kalsa da, türlü sıkıntılarla boğuşsa da; daha en başından Don Kişotluğa soyunmuştur.
İyi ki de öyle yapmışlardır.
Düşünsenize onlar, modern Don Kişot’larımız olmasa bu hayat, bu Türkiye nasıl olurdu, nasıl çekilirdi?
Paylaş