Paylaş
Kabul; bu bir buçuk yıl kabus gibi geçti.
Kabul; hepimiz dişimizi sıktık ve tedbirleri en küçük ayrıntısına kadar uygulamaya çalıştık.
Kabul; yakınlarımızdan, sevdiklerimizden hastalananlar oldu, bazılarını kaybettik ve gerçekten korktuk.
Kabul; hayatın normalleşmesini, bir daha kapanmamak üzere yaşama devam etmek istiyoruz.
Hapsini anlıyorum ve ben de istiyorum.
O yüzden aşı olmalıyız.
Aşı olmayanları da ikna etmeliyiz.
Başka çare şimdilik gözükmüyor.
Ve bazı ülkeler aşı olanlarla, olmayanlar arasında farklı uygulamalara gidiyor.
Kimseye “Aşı olmak zorundasın” denmiyor, insanların inisiyatifine bırakılıyor ama aşı olmayanlar için hayatın daha zor olduğunu bir şekilde anlatıyorlar.
Örneğin bazı ülkeler aşı olmayanların sinemaya, konsere girmesini yasakladı.
Spor karşılaşmaları için de benzer uygulamalar var.
Toplu gidilecek, seyredilecek her yerde aşı aranıyor.
Nasıl uçağa binmeden aşı karnenizi ya da PCR testinizi istiyorlarsa; toplu kullanım gerektiren her yer için de benzer tedbirler getirilebilir.
Bana sorarsanız getirilmeli de...
Çünkü normalleşme ancak böyle olabilir.
Aşı yasayla, tüzükle, yönetmelikle zorunlu hale getirilemez.
İkna olmayan da aşı olmasın; kabul...
Ama o zaman bizim normalleşmemize de gölge etmesin.
Her yeri her yere benzetiyoruz
HAFTA sonu Çeşme’ye gidenler, Çeşme’den dönemediler.
2.5 saatte dönen de var, 3 saatte de dönen...
Yani kısa tatil, uzun bir çile dönüşüyor.
Normal...
Çünkü biz her yeri her yere benzetiyoruz.
İnsanların önüne alternatifler koymuyoruz.
Koysak da; Marmaris Bodrum gibi olsun, Çeşme de Antalya’ya benzesin istiyoruz.
Kimliklerle oynuyoruz.
Bir yeri popüler yapınca işin bittiğini zannediyoruz.
Oysa mevcut altyapılarla bu tatil merkezlerini yönetmek neredeyse imkansız hale geliyor.
Ne yeterince yatak mevcut, ne yol, ne altyapı...
Bir yer şişinceye kadar sesimizi çıkarmıyoruz sonra da isyan ediyoruz.
Durum budur...
Temmuz, ağustos evde oturmak galiba daha akıllıca hale geliyor.
Böyle giderlerse şehir olurlar
CUMARTESİ akşamı İstanbul’dan gelen bir dostuma gitmek için Alaçatı’daki evimden çıktım. 4 kilometrelik yolu 45 dakikada gidemedim.
Hadi otoban kalabalık; insanlar yazlıklarına, otellerine, yemek yiyecekleri mekanlara ulaşmaya çalışıyor.
Onunla da kalmıyor.
Kent için trafiği kadar bir o kadar da Çeşme, Bodrum içinde zaman ayırıyorsunuz.
Garip bir hale dönüştü bu iş...
Ne yapmak lazım?
Bunu elbette siyasetçiler, yerel yöneticiler düşünecek.
Biz tespitimizi yapalım.
Böyle giderse Çeşme’ye, Bodrum’a çevre yolu yapmak zorunda kalırız.
O zaman da buraları tatil beldesi değil, bildiğiniz şehir olur.
Ben yine de uyarayım da...
YAZ, tatil deyince akla elbette deniz, kum, güneş geliyor. Ama mekanlar da tatilleri daha anlamlı yapıyor. Cumartesi akşamı biraz da ısrarla, geç vakit bir yere uğradım. Doğrusunu söylemek gerekirse ben çekinerek, maskemi takarak, kalabalıklara girmeyerek gittim. Ama gördüm ki, fena normalleşmişiz. Daha kalabalık gördüm her yeri... O kadar bekledikten sonra açılmanın heyecanını anlıyorum. Yine de uyarmadan edemiyorum.
Büyük şehirlerin
sorunları da büyük
HÜRRİYET Ege’deki odam Alsancak limanını görüyor. Trafiğin şiştiğini, merkezin bir kaosa dönüştüğünü net görüyorum. Çünkü bazen o sıkışıklık olmuyor. Birincisi; İzmir gibi, İstanbul gibi ortasından deniz geçen şehirlerin ulaşım çözümleri çok daha zor. İstanbul Marmaray gibi büyük, önemli projelerle önemli bir adım attı. İstanbul’a gittiğimde ben kullanıyorum ve rahatlığını hissediyorum. Biliyorum büyük yatırımlar... Ama Türkiye gibi büyük bir ülke için bu projeleri hayata geçirmemiz gerekiyor.
Ekonominin kalbi bu şehirlerde atıyor. Ve ülke ekonomisine önemli katkılar sağlıyorlar. Büyük şehirlerde zaman para, kaynak demek... İzmir’de körfez geçiş projesini mutlaka hayata geçirmemiz lazım. Ben böyle yazınca itirazlar, eleştiriler oluyor. Hepsini okuyorum ve anlıyorum. Bugünün teknolojisi, mühendislik çözümleri ve çevreyle barışık yatırımlarıyla bu eleştirilere cevap vermek mümkün.
Ben şehirlerimizin bozulmasını asla istemem. Zaten beni takip edenler bu samimiyetimi iyi bilirler. Hele tutkuyla bağlı olduğum İzmir’in zarar görmesine asla dayanamam. Ama şunu unutmayın. Benzer projeler dünyanın birçok yerinde yapılıyor. Ve bir çoğunda bizim şirketlerimiz, mühendislerimiz görev alıyor. En iyisini, en doğrusunu, en çevrecisini yapabilecek kapasitedeyiz.
İzmir gibi şehirlerin sorunları da büyüyor. Çözümler her zaman var. Yeter ki; kent için en doğrusunu yapalım.
Paylaş