Paylaş
“Eski fuarlar nasıldı” demenin bir alemi yok artık...
Çünkü İzmir’in o eski fuarlarını bir daha yaşamak mümkün değil.
Fuarda sahneye çıkmayan sanatçı kabul edilmezdi, assolist olmanın yolu da yine fuardan geçerdi.
İlk ürünü burada sergilemek şarttı, yeniyi burada denemek şarttı.
Turneler fuarın tarihlerine denk getirilirdi, İzmir’den yola çıkmak uğur anlamına gelirdi.
Fuar İzmir’e gelmenin bir bahanesiydi, tatil planları bile buna göre yapılırdı.
Bu koşulların hepsi değişti.
İnsanların bekleyecek ne zamanları var artık, ne de İzmir’in böyle bir cazibesi...
Girdin mi internete, online oldun mu, yeni çıkan da, son dakika gelişen de anında cebine geliyor, tabletinden okuyorsun.
O yüzden “Fuar artık panayır” oldu, eleştirileri yerine...
Belki de “Dünyada başarılı panayırlar da var” demeliyiz.
Gerçekten de var, çok ünlü olanlar da... Sırf bu panayırlarda yer almak, vakit geçirmek için binlerce kilometre yapanlar da...
Fuar zaten taşınıyor.
Gaziemir için yeni planlar, yeni stratejiler yapılıyor.
Eminim, bu modern fuar alanı imkanları da artıracak, yeni fikirlerin gelişmesine de olanak sağlayacak.
Eski alan, yani Kültürpark’ta kongreler yapılması planlanıyor.
Ben de öneriyorum.
Burada iyi panayırlar da yapılır.
Ama iyisi...
Böylesi değil...
KAMU YARARI
“Kentsel dönüşüm” ne kadar modaysa, “kamu yararı” demek de o kadar moda...
“Kamu...” denilince insan biraz çekiniyor, biraz ürküyor.
İnsan biraz geri adım atıyor, düşünüyor.
Benim itirazım şuna...
“Kamu yararı” deyip de, öneri getirmeyen, çözüm sunmayan odalar, dernekler var.
Bu işi artık takıntı haline getirmiş, “Ben modern Don Kişot’um” diye sağda solda dolanan kişiler var.
Açıyor davaları, kilitliyorlar kenti...
Soruyorsun, “Kamu yararı” diyorlar.
Zaten başka birşey söylemiyorlar.
“Sizin fikrinizi alalım” diye sorduğunda da yine “Kamu...” diyorlar.
Kabul ama sen de önerini söyle, o zaman bu kurumların samimiyetini ölçelim.
“İstemezükçüler” dediğimizde de bozulmayın...
Bu röportaj bana iyi geldi
Ayşe Arman’ın Engin Geçtan röportajı muhteşemdi. Birkaç kez okudum, kesip sakladım, bana iyi geldi. Ünlü psikolog “Hızlı koşan tökezler” diyor, ama bunu bir öneri olarak bırakmıyor, örneklerle de çok güzel açıklıyor.
Diyor ki...
“Bilgece ve yavaşça ilerlemek lazım. Benim bir yanım çalışkan ve üretken, ama içimdeki o koca tembelin varlığından da haberdardım. Şansım o ki, çalışkan yanımla tembel yanım şimdiye kadar iyi geçindiler ve içimde kavga edip, kafamı karıştırmadılar...”
Sanki, ben...
Bazen çok aceleciyim, bazen çok sabırsız, bazen çok çalışkan, bitmeyen bir enerjiyle sabahlara kadar çalışan ben...
Ama bir yanda ruhumu yenilediğim, kendimi gözden geçirdiğim, kalabalıklar içinde yalnız kaldığım, tembelliğin tadını çıkaran ben...
Engin Geçtan diyor ki...
“Kendi sesimizin bize hoş şeyler demeyeceğine inanmışsak, dış seslere kendimizi fazla verebiliyoruz.”
Ne kadar doğru...
Eğer kendimizle sohbet etmeyi erteliyorsak; özeleştiri yapmayı unutmuşsak, dingin olmayı özlemişsek; bilin ki dış sesler bizi ele geçirmiştir.
Özeleştiriyi sabaha bırakmamak lazım; çünkü bir gün bile bazen çok uzundur.
Geçtan, Milan Kundera’nın bir sözüyle röportaja nokta koymuş.
“Hayat, bir kere yaşandığı için yargılanamaz!”
Paylaş