Paylaş
HER sene böyle oluyor. Mart, nisan ayında haziranı, temmuzu, özellikle de yazın o sıcak günlerini hayal ediyorum. Her seferinde kendime sözler veriyorum.
Diyorum ki...
Ne olursa olsun, planlarını bozmayacaksın, takvimini değiştirmeyeceksin. Karar verdiğin tarihte minik bir valiz yapıp, biraz uzaklara gideceksin.
Öyle büyük, kocaman hayaller kuramayacağımı, örneğin; bir hafta kaçamayacağımı baştan biliyorum. O yüzden iki
günlük yaz kurguları yapıyorum kendime...
Her zaman olduğu gibi elime birkaç kitap almışım, birinden sıkıldım mı diğerinin sayfalarında kaybolmuşum. IPOD’umda sevdiğim parçaları sıralamışım; bazıları dilime dolanmış, üst üste defalarca dinlemişim, bazılarını mırıldanmışım.
Saatlerce yüzmüşüm ya da uzun yürüyüşler yapmışım. Sonra da güneşi yüzümde, bütün vücudumda hissetmişim.
Tatlı bir öğle uykusuna dalmışım. Tembellik yapıp televizyonun karşısında birkaç film seyretmişim.
Geç bir akşam yemeğine oturmuşum, çok yakın bir iki dostumla sabahın erken saatlerine kadar sohbet etmişim. Birçoğu yapılmayacağını bilmemize rağmen ortak hayaller kurmuşuz, kaçış planları yapmışız.
Ertesi gün geç kalkmışım, telefonun saat ayarını bile yapmamışım. Maillerime bakmamışım, işe yarayanları bir yerlere göndermemişim. Yazı yazmayı düşünmemişim, “iki günlük kaçış” deyip okurları çoktan bilgilendirmişim. Aslında sıradan ama bizim gibilere çok cazip gelen masum bir plan işte...
Dün Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’ü okurken fark ettim ki, ben bu sene de yazı es geçmişim. O minik hayalleri gerçekleştirememişim.
Özkök, “Belki inanamayacaksınız, ama 30 yıldan beri ilk defa gerçek anlamda bir tatil yapıyorum. Akbük’teki evimde total bir tembellik yapıyorum” deyip, tatilde hissettiklerini sıralamış. Tabii, kendi müthiş üslubuyla...
Özkök, “İnanamayacaksınız...” diyor, ama ben o 30 yılın nasıl geçtiğini çok iyi tahmin ediyorum.
Büyük bir ihtimalle hep aynı şeyler başımıza geldi. Son dakika telefonları, son dakika haberleri, son dakika ziyaretleri, son dakika ricaları...
Kendimize verdiğimiz sözleri bozmak hep daha kolay oluyor. Başkalarını kırmaktansa, başkalarının planlarını bozmaktansa kendimizin planlarını bozmayı...
Kendimizi ertelemeyi tercih ediyoruz ya da mecbur kalıyoruz. Ama böyle... Gazetecilik gibi meslekler insanın 24 saatini istiyor. Hatta daha fazlasını...
Ertuğrul Özkök örneğin diyor ki...
“Kopmayı öğrendim... Umursamazlık ve takmazlık olağanüstü bir duyguymuş. Kopmak, hafiflemek, ciddiye almamak müthiş bir mutlulukmuş...”
Bu konuda kendimi test ediyorum, hem de uzun zamandır... Tam başardığımı söylemem, ama kendi adıma büyük bir mesafe aldığımı söyleyebilirim.
Yani umursasam da taksam da bu uzun saatler sürmüyor. Süreyi epeyce kısalttım diyebilirim. Kızgınlıklarımı 10 dakikayla sınırlamayı başardım galiba... Daha önce de bir pazar yazmıştım. Artık biliyorum ki, uzun öfkeler önce kendimize zarar veriyor. Öfke ya da kızgınlık ne kadar güçlü olursa olsun 11 dakika sürmemeli... Size tavsiye ederim.
Koptuğumda hafiflediğimin farkına varıyorum. Farkında olduğum bir şey daha var. O da mizah... Çoğumuzun yaşamında mizah diye bir şey yok.
Siyasetimizde yok, çalıştığımız yerlerde yok. Hayatımız birçok alanında yok... Mizah yoksa, bizi şaşırtan şeyler de yok. Hayatımızı renklendiren şeyler de... Sürprizsiz, bizi şaşırtmayan hayatlar... Öyle olunca içinde tutku da yok, aşk da bizi biz yapan şeyler de...
Özkök bir şey daha söylüyor...
“Hayatımın önem merkezini ve önem hiyerarşisini keşfettim. Hayat hiyerarşimin tepesinde ne var? Herkesinki kendine... Ama ne yok derseniz, köşe yazarlarının yüzde 90’ının çok ciddiye aldığı şeyler de yok...”
Benim tavsiyem mizahı bırakmayın. Kendinizi şımartmayı unutmayın. Kendinizle dalga geçmenin keyfini yaşayın.
Gerçekten de çok ciddi diye kabul ettiğiniz olayların, insanların aslında hayatınızın merkezinde olmadığını, hayat hiyerarşisinde de zaten hiçbir zaman yer bulmadıklarını sonradan fark ediyorsunuz. Hem Özkök’ün yazısını okurken, hem bu yazıyı yazarken ben de kendime göre hayat hiyerarşimi yeniden yaptım.
Yaz geliyor, geldi derken... Birçoğu için neredeyse bitiyor. Oysa ben günlerin, haftaların nasıl geçtiğini anlamamışım bile... Ertuğrul Özkök kendi listesini yazdı, fark ettiklerini sıraladı. Ben de fark ettim ki, isteyip de kopamamışım. Yazın başında kurgulayıp da planlarıma uyamamışım.
Paylaş