Paylaş
“Halil Tataş, Hüseyin Çapkın, Ercüment Yılmaz, İzmir için önemli işler yaptılar. Onların yaptıklarının üzerine ben de bir şeyler yapmaya çalışacağım” diyor.
Bu bence önemli bir ayrıntı...
Türkiye’de eksik olan bir yön...
Çünkü hükümetlerin bir öncekini yerden yere vurmasına çok alışığız, “enkaz devraldık” sözü hiçbirimiz için yabancı değil.
Bakanlar, bürokratlar, ortada bir başarısızlık varsa hep geçmişe sığınır, “Böyle bulduk, daha iyisi olsaydı, biz de başarılı olurduk” savunmasına da alışığız.
O yüzden İzmir’in yeni emniyet müdürünün eskiye sahip çıkması, görev yapmış kişilere, “Büyüğüm, hepsinden çok şey öğrendim” demesi benim hoşuma gitti.
Ali Bilkay, İzmir’in fotoğrafını çekmekle meşgul...
Her birimin başındaki şube müdürlerinden bilgi alıyor, notlarını tutuyor ve kendine göre bir planlama yapıyor.
Konuşmalarından anlıyorum ki, İzmir’in güvenliğiyle ilgili bugünkü durumdan memnun, başlangıçtaki önceliği trafiği rahatlatmak olacak.
Bunda trafik kökenli olmasının ve daire başkanlığının da etkisi var.
Bir-iki hafta daha makamında olacak, sonra “Sokaklarda olacağım” diyor.
Sokakta olmadan, vatandaşın beklentilerini karşılamanın mümkün olmadığını söylüyor.
Ben de buna katılıyorum.
Vatandaşın omzuna dokunmak lazım...
Dokunmak ve konuşmak, diyalog kurmak...
İzmir’e son dönemde gelen bütün emniyet müdürleri böyle bir anlayışla çalıştı.
Ve hepsi de başarılı oldu.
Ben vefanın, takdir etmenin, hatırlamanın önemli olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de eksik olan bu meziyeti görünce yazmak istedim.
Geçmişe sahip çıkmak geleceğe de sahip çıkmak demektir.
Rozetler seçim sonrasında bir kenara bırakılamaz mı
Bir şey daha...
Seçim dönemleri Türkiye’de epeyce yıpratıcı geçiyor. Belki de siyasetin doğası gereği böyle... Kürsüde bazen öyle sözler söyleniyor ki, günlük hayatta olsa karşındaki insanın yüzüne bir daha bakamazsın. Ama siyasette bu doğal karşılanıyor. Böyle bir konuşmanın hemen ertesinde insanlar bir araya gelebiliyor, buz gibi havanın estiği bir ortamdan sonra bakıyorsunuz oraya bahar gelebiliyor.
Belki de o yüzden siyaset bana biraz uzak geliyor, tam anlayamıyorum.
Türkiye’de siyaset biraz da taraf olmayı zorunlu hale getiriyor.
Oysa seçimin bittiği akşam, parti rozetlerinin bir kenara bırakılması gerekmez mi?
Çok şey mi istiyorum bilmiyorum ama güçlü demokrasilerde bunun böyle olduğunu çok iyi biliyorum.
Ben işaretleri takip edeceğim
Paulo Coelho’nun ‘Elif’ kitabında şöyle bir bölüm var:
“Kendimize hep aynı soruları sorup duracağız. Kalbimiz niye var olduğumuzu bilir ve ancak tevazu sahibi olanlar bunu kabul edebilecektir. Evet, kalple söyleşmek zordur ama şart mıdır? Mühim olan inanmak, işaretleri takip etmek, kendi menkıbemizi yaşamaktır. Er ya da geç bir şeylerin parçası olduğumuzu hissederiz. Bunun ne olduğunu mantıkla anlayamasak bile. Geleneğin dediğine bakılırsa her birimiz var oluşumuzun gerçek sebebini ölmeden bir saniye önce anlarmışız, Cehennem ya da Cennet işte o an doğarmış. Cehennem o kısacık anda geriye bakıp hayat denen mucizeye anlam katma fırsatını kaçırmış olduğumuzu anlamakmış. Cennet ise o an, ‘Hatalarım oldu, fakat hiç korkaklık etmedim. Hayatımı yaşadım, ne yapmam gerekiyorsa yaptım’ diyebilmekmiş.”
Kalbinizle söyleşir misiniz, ben sık sık yaparım. Hatta her gece... Yatağıma yattığımda bütün günü düşünürüm, yakın bir gelecekte yaşadıklarımı düşünürüm.
Çoğu zaman kalbimin sesini dinlerim, mantığım beni zorlasa da...
İnsanın kalbiyle dertleşmesi, söyleşmesi iyidir.
Paulo Coelho’nun dediği gibi bir de inanmak, işaretleri takip etmek ve kendi menkıbemizi yaşamak var.
Ben buna da inanırım, bazı işaretleri anlamlı bulurum, tıpkı iyi tesadüflerin insanın hayatını değiştirdiğini bildiğim gibi...
Kötü tesadüfleri ise pek aklıma getirmemeye çalışıyorum.
Coelho’nun bahsettiği geleneğe gelince...
“Her birimiz var oluşumuzun gerçek sebebini ölmeden bir saniye önce anlarmışız...”
Bu kadar mı, sadece bir saniye önce mi?
Bunu işte tam bilemiyorum.
Gelenek mi doğru söylüyor, yoksa var oluş nedenimizi bize anlatan başka işaretler mi var?
Ben işaretleri takip etmeye kararlıyım.
Paylaş