Paylaş
Pazartesi sendromu Türkiye’ye özgü değildir.
Hafta sonu tatil yapanlar için pazartesi sabahları biraz zordur.
İnsanlar öğlene kadar ancak kendilerine gelir.
Gerçi biz gazetecilerin “pazartesi sendromu” pek yoktur; genellikle hafta sonları dahil çalıştığımız için o günün pazartesi olduğunun bile farkına varmayız.
Tekrarlıyorum; pazartesi sendromu Türkiye’ye özgü değildir.
O yüzden bütün dünyada bu sendromla başa çıkmanın formülleri verilir, reçeteler yazılır, tavsiyelerde bulunulur.
Ama şunu biliyorum.
Salı sendromu Türkiye’ye özgüdür.
Sabahtan itibaren televizyonların canlı yayınları siyasi partilerin grup toplantılarına bağlanır, konuşmalar akşama kadar sürer, bunun yorumları geç saatlere kadar yapılır.
Türkiye’de hayat çarşambadan itibaren başlar.
Elbette yeni canlı yayınlarda yeni polemik konuları yaratılmamışsa...
Demokrasi için siyasi partiler, siyasetçiler olmazsa olmaz.
Daha güçlü bir demokrasi için Meclis olmazsa olmaz.
Güçlenerek büyüyen bir Türkiye için demokrasinin bütün unsurları olmazsa olmaz.
Ama bir gerçek de var ki...
Siyaset belki de başka hiçbir ülkede günlük hayatın bu kadar içinde değildir.
***
Yeniyle geleneksel olan yan yana geldiğinde
Başbakan’ın bahsettiği, “Marjinallerden...” bahsetmiyorum.
Yani samimi duygularını ortaya koyan, bireysel hak ve özgürlüklerini dile getiren, çevre hassasiyeti olan, ülkesini seven, demokrasiden başka bir talebi olmayan o gençlerden...
Bunlar sadece Taksim’de değildi; aynı zamanda Gündoğdu’da, aynı zamanda Kızılay’da, aynı zamanda kendi ifade etmek istedikleri her yerdeydi...
Tekrar ediyorum; marjinallerden değil, gerçek sivil toplumculardan söz ediyorum.
90 gençliğinden bahsediyorum.
O yeni kuşağın yaratıcı, evrensel, içine mizahı da katan, eğlenceyi de unutmayan, o protesto gösterilerine polis bildiği klasik, geleneksel yöntemlerle baş etmeye çalışınca tutuklanan bir piyanomuz oldu.
Taksim’de; bir tırın içinde hapsolmuş durumda...
Ben her zaman yeni ve geleneksel olanın harmanlanması gerektiğine inandım.
Yeniyi dünyayı anlamak, farklı bir dil tutturmak, bugün kadar yarınların da teminatı için destekledim.
Geleneksel olanı da; deneyim, geçmişin birikimleri, toplumsal hafıza, değerlerimiz açısından hep ön planda tuttum.
Ama gördüm ki her zaman yeni ve geleneksel olan bir arada olmuyormuş.
Samimi duygularla sokaklara çıkanlarla, geleneksel bildiği yöntemleri uygulama ısrarı içinde olan polis, karşı karşıya kaldığında piyano tutuklanabiliyormuş.
***
BAYRAK
Şöyle düşünüyorum.
Bayrağımız ne CHP’nin, ne AK Parti’nin, ne de MHP’nin...
Bayrak; hepimizin, herkesin...
O yüzden Gezi Parkı eylemlerinde siyasi parti bayraklarını alıp çıkanlara nasıl karşı çıktıysam, bu bayraklar sokaktaki samimi vatandaşlarımızı nasıl zor durumda bıraktıysa...
Türk bayraklarının da bayraklar ve yasaların söylediği haller dışında asılmasına karşıyım.
***
GÜNDOĞDU’DAKİ ÇADIRLAR
Milliyet Ege’de Feyzi Hepşenkal yazdı.
Dedi ki...
“Gündoğdu’daki çadırlar da teke insin...”
Katılıyorum, teke inebilir.
Bana kalırsa hepsi kaldırılabilir. Kaldırılmalı...
Çünkü ben hükümetin de, muhalefetin de bu son yaşananlardan gerekli mesajları aldığını düşünüyorum.
***
90 kuşağından iyi reklamcılar çıkar
Hiçbir şey olmasa; Türkiye gezi eylemlerinde müthiş yaratıcı, farklı reklamcı, iletişimci gençler kazandı. Oldum olası Türk reklam dünyasını Avrupa’dakilerden çok daha iyi bulurum. Bir kez daha anladım ki; yeni nesil de bu farklılığı koruyacak.
***
DURAN ADAM
İçişleri Bakanı Muammer Güler, “duran adam” protestosuyla ilgili “Bu gösteriye kamu düzenini bozmadıktan, genel hayatı etkilemedikten sonra bizim müdahalemiz olmaz” dedi. Ama polis gözaltılara devam etti. Hukukçu değilim; yasal mı, değil mi bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var; o da bunun çok yaratıcı olduğu... Bakanın dediği gibi kamu düzenini bozmadıktan sonra her olaya hoşgörüyle bakabilmeliyiz.
Paylaş