Paylaş
Ben çok seviyorum.
Çünkü eski bir arkadaşım var, dostum...
Cenk Bosnalı ve eşi Nariye Bosnalı...
Birkaç yıl önce tadı damağımızda kalan bir tur yaptırdılar bize.
Bosna’ya daha önce gitmiştim ama Cenk ile olunca bir başka oldu.
Hem doğaya doyduk hem müziğe...
Hem yemeğe hem kültüre...
Ve de tarihe...
Srebrenitsa katliamının olduğu yerlerde gözyaşlarımızı tutamadık.
Toplu mezarların önünden geçerken kendimize gelemedik.
Olayların üzerinden yıllar geçiyor ama acılar hala kalplerde, beyinlerde en taze şekilde yerini koruyor.
Cenk soyadından da anlaşılacağı gibi Bosnalı bir ailenin çocuğu.
İzmirli. Hayatının tamamı burada geçmiş.
Ama gönül bağı hiçbir zaman kopmamış.
Cenk gibi Türkiye’de yüz binler var.
Balkanlardan gelen akrabalarımız, dostlarımız, arkadaşlarımız var.
İşte Türkiye böyle bir ülkedir.
Anadolu’nun zenginliği de budur.
Çok kültürlü, farklı geleneklerin buluştuğu bir coğrafya.
Ben Anadolu’yu seviyorum.
Her yerini, her bölgesini.
İnsanlarını da...
50 yıl kadar geç kaldık bazı konularda
Bu ara sanattan gidiyorum.
Birkaç yazımda tiyatrolardan söz ettim.
İzmir gibi bir kentte bile yeterli salon ve koltuk yok.
İnanın yok...
Salonların çoğu farklı etkinliklere tahsis ediliyor.
Çok doğaldır.
İzmir’in geniş ve zengin bir sosyal hayatı var.
Sivil toplum örgütleri etkinlikler yapıyorlar.
Ve elbette salonlara ihtiyaçları var.
Belediyeler mevcut salonlarını buralara tahsis ediyor.
Tiyatrolar ancak boş günlerde yer bulabiliyor.
Birincisi...
Tiyatro, özel yapılmış, akustiği olan, sahnesi ve sahne arkasıyla eksiksiz binalarda oynanır.
Diğer salonların hepsinde akustik problemleri oluyor.
O zaman da ne oyuncu sahnede gerçek anlamda rolünü oynayabiliyor ne de seyirci konsantre olabiliyor.
Sırf tiyatrolarıyla, operalarıyla, kabareleriyle turist çeken kentler var.
Örnek mi?
Viyana, Berlin, Madrid, Paris, New York...
Devam edebilirim.
Varşova, Moskova, Budapeşte...
Listeyi uzatabilirim.
Türkiye’de “şurada tiyatro izlenir” diyebileceğimiz tek bir salon var mı?
Yok...
En iyisi bile uluslararası standartların çok gerisinde.
O yüzden yeni, modern salonlara ihtiyacımız var.
Hem de süratle.
O kadar geç kaldık ki bu konularda.
Hem de bir 50 yıl kadar.
İzmir - Sarajevo yolculuğu
Size biraz Cenk Bosnalı’dan bahsedeyim.
Ege Üniversitesi’nde felsefe okudu.
Ama işi müzik oldu.
Biz notalar arasında kaybolurken biraz felsefe yapmayı seviyoruz.
Çünkü müziğin bir felsefesi var; anlattıkları, hissettirdikleri...
Çok güzel besteler yaptı, çok güzel şarkılara imza attı.
Ve Balkan müziğinden de hiç kopmadı.
Şimdi yeni bir grup kurdular.
Adı Çalgiya İzmir...
Kökenleri Balkanlar olan Egeli üç müzisyen Cenk Bosnalı (Ses, perküsyon), Salih Nazım Peker (Divane, cura, kopuz, ses) ve Salih Korkut Peker (Cümbüş, efe divane, ses) bir araya geldiler; Çalgiya ortaya çıktı.
Cenk’e “Nedir bu Çalgiya” diye sordum.
“Makedonya ve Bulgaristan’da telli çalgılardan oluşan küçük fasıl heyetine denir” diye yanıtladı Cenk...
Grubun sadece telli çalgılar kullanıp Balkanlar’ın en popüler çalgıları olan akordeon, klarnet ve bakır üflemeli çalgılara yer vermemesinin ise tarihi bir dayanak noktası var.
Balkan müziğinin vazgeçilmezleri akordeon, klarnet ve trompet yerine Osmanlı hakimiyetinin doğal bir sonucu olarak Anadolu’dan göç edenlerin beraberlerinde getirdiği cura (dede sazı) ve tanbura gibi telli çalgılarla icra edildi.
Yani Balkan halk şarkıları ve sevdalinkalar (Bosna Hersek şehirli halk müziği) cura ve tanburayla çalındı.
Peki Çalgiya İzmir’in hedefi ne?
Cenk Bosnalı şöyle özetliyor:
“Akustik ve sade bir müzik peşinde olacağız. Yüzyıllar önce Balkanlar’ı Anadolu‘yla bir araya getiren telli çalgılarımızın yeni temsilcileri olan cümbüş ve divane ile Boşnakça, Makedonca ve Bulgarca halk şarkılarını söyleyeceğiz. Ege ve Rumeli türkülerine yer vereceğiz. Yani gelenek ve yeniliğin yan yana olduğu İzmir-Sarajevo yolculuğuna davet ediyoruz.”
Yaşa Cenk...
(Ben dinledim, çok da sevdim. Sizin de kulağınızın pası silinsin. https://www.facebook.com/calgiyaizmir/ https://www.youtube.com/calgiyaizmir)
Paylaş