Paylaş
10 yıl önceydi... O zaman en büyük derdim şimdi adı TEOG olan OKS’ydi. Yani Türkçesi, iyi bir liseye girebilmem için girmek zorunda olduğum, uğruna gece gündüz çalıştığım, bazı geceler çalışmaktan bazı geceler ise heyecan ve stresten uyuyamadığım, sosyal hayatımı bitiren ama sonuç olarak bana en büyük hayalim olan Galatasaray Lisesi’nin giriş anahtarını verecek olan sınavdı.
Galatasaray Lisesi’nde okumayı o kadar çok istiyordum ki, hiç unutmam bir gün en yakın arkadaşlarım ve annemle Taksim’e, Galatasaray Lisesi’ni gezmeye gitmiştik. O kadar emindik ki benim o okulda okuyacağımdan, sınıfları bir görelim, öğrencilerini gözlemleyelim, bahçesine falan bir bakalım istedik. Okulu gezerken bize, son sınıflardan bir öğrenci eşlik etti. O kadar nazik ve beyefendi bir çocuktu ki, okula olan aşkımız biraz daha depreşmişti. Çocuk bize okulun ritüellerinden bahsetti, ikinci sınıftan itibaren serbest kıyafetle gelecektik, bir üstteki sınıftaki öğrencilere abla abi demek, onlara saygılı olmak zorundaydık. Onlar ise bize, ne zaman ihtiyacımız olursa yardımcı olmak zorundaydı. Hala öyle mi bilmiyorum ama, Galatasaray Lisesi’ne özgü bu kültürde eğitilecek olmak çok hoşuma gitmişti. Okulun o güzel bahçesine çıktım, bahçeden bir tohum aldım. Totem yapmıştım, Galatasaray Lisesi’ni kazanırsam bu tohumu ekecektim. Her şeyden önemlisi bu okuldan bir parça almıştım kendime.
Şimdi burada hiç de minnoş şeyler yazamayacağım canlar, sınava çalışma döneminin nasıl geçtiğini tahmin edebiliyorsunuzdur. Okul, dershane, ev üçgeninde geçen hayatım, stresten her tarafını sivilce sarmış suratım, okuyamadığım romanlar, izleyemediğim filmler... Benim canım test kitaplarım!!! Ama güzel şeyler de olmuyor değildi. Otobüste, normalde beni otururken görürse kafama bastonuyla vuracak olan teyzeler, elimde test kitaplarımı görünce hiç tereddüt etmeden, herkesi kaldırıp beni oturtuyordu. “ otur kızım otur sen sınava çalışıyorsun.” “ oy kuzum, aynı benim torun! Otobüslerdeki “ hamile, gazi ve yaşlılara yer verin” yazılarının yanına bir yenisi eklenmesi gerekiyordu. “ hamile, gazi, yaşlı ve sınavı olanlara yer verin”. Evde sürekli sevdiğim yemekler pişiyordu ve salonda kendi cumhuriyetimi ilan etmiştim. Salona kimse giremiyordu, orası benim özerkliğimdi. Çoğunlukla ders çalışıyor vakit kalırsa dinleniyordum. Ne yaparsam yapayım her zaman en haklı bendim ki bu en güzeliydi! Bu durumdan en çok kardeşim şikayetçiydi ama üzgünüm, bu benim hiç umurumda değildi. Benim sınavım vardı!!
Sınav günü geldi çattı. En az benim kadar, bu sınav stresinin ceremesini çeken canım Annem de benimle sınavın yapılacağı okula geldi. Okulun önünde tüm veliler ellerinde “lütfen korna çalmayın sınav var” yazılı pankartları taşıyorlardı. O zaman bir kez daha anladım ki, bir tek annelerimiz olsun bize bir şey olmaz! Kimi anneler bu pankartlardan taşırken, kimi anneler de Kuran okuyor, dua ediyordu. Anneler bazı öğrencilerden daha heyecanlıydı. Ama önemli olan bizim ne hissettiğimizdi. Birazdan gireceğimiz sınav, bundan sonraki hayatımızı şekillendirmemizin ilk adımıydı.
Sınavdan çıktım. Tabii ki istediğim gibi geçmemişti. Zaten hiçbir zaman tam olarak istediğimiz gibi geçmezdi. Böyle bir ağlama zırlama yok. Allah’ım şimdi de böyle bir pişmanlık yok. Ne diye o kadar ağlayıp, zırladıysam. Zaten ne zaman çok ağlasam minimum bir sene sonra pişman olurum, net! O yüzden siz beni dinleyin sakın ağlamayın beybisiler, hele bir sınav için hiç!
Sonuçları beklerken yine çok minnoş dakikalar geçirmedim. Ama Galatasaray Lisesi’ni kazanamayacağım garantiydi. Neyse sonuçlar açıklandı, tercih dönemi, her kafadan çıkan milyorlarca ses derken ben Üsküdar Anadolu Lisesi’ni kazandım. Yine canım annemle kayıt işlemleri için Üsküdar Anadolu Lisesi’nin yolunu tuttuk.
Galatasaray Lisesi’nde okuyacağım, her gün Taksim’e gideceğim, Fransızca öğreneceğim derken, Üsküdar Anadolu Lisesi’ni kazanmıştım, her gün Üsküdar’a gidecektim ve Almanca öğrenecektim. Ama en önemlisi, bir okulun kazandırabileceği en mükemmel şeylerden biri olan, hayatımın dostluklarını, kardeşliklerini bu okulda kazanacağımı nereden bilebilirdim?
Üsküdar Anadolu Lisesi bana, 10 yıldır hayatımda olan, ne zaman ihtiyacım olsa yanımda olan, bir birinden güzel kalpli 4 dost kazandırdı. Üsküdar Anadolu Lisesi’nden önce benim bir tane kız kardeşim vardı artık 5 tane kız kardeşim var. Şimdi diyorum ki, Allah’ım iyi ki Galatasaray Lisesi’ni kazanamamışım, iyi ki!! Oraya gitseydim, kardeşlerimi hiç tanıyamayacaktım. Benim için hayırlı olan buydu...
Sonra 4 yıl geçti... Bu sefer de üniversiteye hazırlanmaya başladık. Bu sefer ki süreç, ilkinden daha beterdi. Bu gireceğimiz sınav resmen hayatımızı, ne iş yapacağımızı, ne kadar para kazanacağımızı belirliyor sanıyorduk. Ben Marmara Üniversitesi’nde Hukuk okumak istiyordum. Gel gör ki, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Sosyoloji okudum. Yine her kafadan milyorlarca ses çıktı, “ sosyoloji okuyunca ne yapacaksın ki?” “sosyoloji okuyup işsiz mi kalacaksın” vs vs. Ha hayt tabii ki dinlemedim! Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde birbirinden değerli hocalardan ders aldım, hayatımda okuduğum en güzel kitapları okudum, şimdilerde çok izlediğimiz tartışma programlarına çıkan, ne yorum yapacak diye dinlediğimiz insanların hepsi benim hocamdı. Ufkum genişlemişti, sıradan bir olaya tek bir taraftan değil, birçok pencereden bakmayı, sağ duyulu olmayı öğrenmiştim. Her şeyden önemlisi bizim Ateşli Sosyologlarla tanışmıştım. Bu Ateşli Sosyologlar uzaktan çok tehlikeli gözükse de, her buluşmamızda “ bir gün bu dünyayı kadınlar kurtaracak!” “ ne olacak bu erkek egemen dünyanın hali!” diye sinirli sinirli bir halde Rasim Ozan Kütahyalı olarak başladığımız konuşmalarımıza, sıra sevgililerimizden bahsetmeye geldiğinde Sezen Cumhur Önal gibi devam ediyoruz. Zararsızız yani, korkmayın...
Gel gelelim zurnanın zart dediği yere. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji mezunu olmuştum. Artık bir sosyologtum. O her kafadan çıkan milyorlarca sesin eli armut toplasındı, Türkiye’nin en ünlü senarist ve yapımcısının asistanı olmuştum. İşimi çok seviyordum ve halen ( 6 yıldır) aynı şirkette çalışıyordum. Dünyaya bir daha gelsem, sosyoloji okurdum ve patroşkamı her nerdeyse gider bulur asistanı olurdum!
Demem o ki, bazen bizim için tasarlanan şeyler hayalini kurduklarımızdan daha güzel olabilir. O yüzden çok da zorlamamak lazım. En iyi okullarda, en iyi bölümlerde okumak zorunda değilsiniz. Nasıl mutlu olacaksınız öyle olsun. Zaten nerede, hangi bölümde okursanız okuyun, siz, siz olduğunuz sürece hiçbir şey önemli değil! Her yerde başarılı olursunuz. Önemli olan mutlu olabilmek ve şükredebilmek. Ben her şey için huzurla şükredebiliyorum ve hala “iyi ki” diyorum! Eminim TEOG sonuçları nasıl gelirse gelsin, en mutlu olacağınız şekilde olacak her şey. Rahat olun, bana güvenin J Mutlu haftalar dilerim, örtmen geldi byee....
Paylaş