Paylaş
Bir gün önceden en yakın arkadaşlarımdan birinin doğumgünü olduğundan sonsuza kadar eğlenmiş, eve sabaha karşı gelmiştik. Dolayısıyla çok yorgun uyanmıştım ama akşam Beşiktaş’ın maçı vardı. Pare’ciğime söz vermiştim, her zamanki gibi Beşiktaş’a maç saatinden biraz önce gidecek, marşlar söyleyip coşacak, eğlenecek sonra maça geçecektik. Ama Seksenler’in yayını olduğundan maç biter bitmez işe dönmemiz, çalışmamız gerekiyordu. Yani maçı kazanmamız durumunda, stad çevresinde kalıp eğlenceyi devam ettiremeyecektik. Pare’ciğim bu yüzden oldukça üzgündü. Keşke işimiz olmasaydı diyip duruyordu, ama bilmiyordu ki iyi ki de işimiz vardı…İyi ki de maç biter bitmez hızlıca uzaklaşmıştık oradan.
Üsküdar’a geldiğimizde korkunç bir patlama sesiyle irkildik. Ne olduğunu anlamak için hemen Twitter haber merkezine bağlandık. Henüz hiç kimse neler olduğunu bilmiyordu. Herkes çaresizce “ patlama sesini duyan var mı? “ ne oldu bilen var mı?” şeklinde tivitler atıyordu. Akabinde telefonuma milyorlarca mesaj ve çağrı gelmeye başladı. Hayatımda ilk kez telefonları “ alo” yerine “iyiyim” diye açtım. İlk kez “ ben iyiyim, merak etmeyin” dediğime bu kadar utandım. Ben iyiydim, Caner iyiydi, arkadaşlarım, sevdiğim herkes iyiydi ama hep tanımadığımız insanlar mı ölecekti? Hayır.
Olaydan sonra ben dahil birçok kişi “ az önce oradaydım” “ daha dün aynı yerden geçtim” gibi şeyler söyledi. Çünkü, aslında hepimiz oradan geçtik, geçiyoruz ve geçmeye de devam edeceğiz. Belki İstanbul’a iki günlüğüne tatile gelen tıp öğrencisi Mustafa Berkay Akbaş’ı yakaladığı gibi yakalayacak ölüm bizi, belki de Vodefone Arena Özel Güvenlik Şube Emniyet Müdürü Vefa Karakurdu gibi görev başında… Her zaman bu kadar şanslı olamayabiliriz. Ama bu kadar şansa bala yaşadığımız, bu kadar pamuk ipliğine bağlı hayatlarımızda kalan günlerimizi mutlu geçirebiliriz diye düşünüyorum. Hala yaşıyorken, hala nefes alıyorken ve ölüm bu kadar yakınlarımızdayken bir an önce, “ ölmeden önce yapılması gerekenler” listemizi devreye sokalım.
Mesela ölümün yarım saatle kaçırdığı yetişkin bir Deniz, ilk olarak diyeti bırakır. Az kalsın ölüyordum abi, kusura bakmayın yemişim diyetini de ananasını da limonlu suyunu da. Şurada ne kadar ömrümüz kaldı belli değil, kimse kusura bakmasın ama kalan günlerimi maydonoz yiyerek geçiremeyeceğim. Normal şartlarda insan ömrünü ortalama 70 yıl gibi düşünürsek bir 45 yıl daha yaşarım nasılsa diye rahat rahat takılıyordum ama gördüm ki bu kadar yaymamak lazımmış popoyu. Vaktimiz dar, ne yapacaksak hemen yapmalıymışız. Hepimiz yaşlanınca Ege’ye yerleşeceğiz tribine girmişizdir mesela, size kötü bir haberim var, yaşlanamayacağız. Bu yüzden hala vakit varken, istiyorsak hemen yerleşmeliyiz…
Geçenlerde şu ortalama 45 yıl olan yaşam süremi birazcık daha uzatmak için zerdeçal, zencefil, çörek otu yağı, damar otu ekstratı gibi birbirinden iğrenç ama sağlıklı şeyler aldım. Planım hepsinden düzenli olarak tüketip, ölmemekti. Hatta yetmedi bütün doktorların dediklerini birleştirip zerdeçallı, kırmızı pancarlı lahana yemeği bile yaptım. Yerken oldukça zorlandım ama ömür uzatma fikri bana iyi gelmişti. Her sabah keçi boynuzu ekstratı içerek, spor yaparak en azından uzun bir süre ölmeyeceğime inanmıştım ama bu eceliyle ölme ve yaşlanabilme şansına sahip insanlar için geçerliymiş. Bu kadar şanslı olduğumu düşünmediğim için aldığım her şeyi çöpe attım! Yaşasın, ben bu ölüm fikrini sevmeye başladım! Artık tadını sevmediğim hiçbir şeyi yemek zorunda değildim! Sabah erken uyanıp spor da yapmayacaktım! Saatlerce uyuyacak, zehir diye bıraktığım o çok sevdiğim şekerin dibine vuracak, beyaz unla yıkanacaktım!
Ölüm fikri Pare’ciğime de çok iyi geldi. Mutfaktan, salona geçerken bile öpüyor beni. Her fırsatta sarılıyoruz, “ seni seviyorum” demek için özel bir an beklemiyoruz. Vaktimiz yok çünkü, kusura bakmayın bize ayrılan sürenin sonlarına gelmiş olabiliriz diye düşünüyoruz. Para biriktiriyorduk daha güzel bir eve çıkabilmek için. Yemişim evini, kazandığımız parayı gününde harcamayan ne olsun şimdi. Bankada bir sürü paramız varken ölmek istemiyorum çok aklım kalır çünkü. Mümkünse böyle birbirine denk gelsinler. Para ne ölmeden bitsin, ne de öldükten sonra devam etsin. Çoluğumuz çocuğumuz da yok ki paramızı bırakacağımız. Bir kedimiz var dünya tatlısı, ona da bir kuru mama alırsınız her halde…
Bu ölüm fikri düşündüğümüzden de tatlıymış aslında. Sadece bana ve Caner’e değil, Beşiktaş ve Bursasporlu taraftarlara da iyi geldi. Uzun süredir birbirine küs olan Beşiktaş taraftarını ve Bursaspor taraftarını bile barıştırdı. Bıraksan sözde birbirlerini bir kaşık suda “öldürecek” lerdi. Maç boyunca birbirlerine ana avrat küfrettiler. Ama gerçek ölüm fikriyle yüzleşince, kendilerini ve tuttuğu takımların sporcularını koruma uğruna canlarını veren polislerimizi görünce birbirine sarıldılar, kenetlendiler. Hangimiz, bombalar patladıktan sonra Bursasporlu taraftarı olay yerinden alıp, ablasına kadar götüren Beşiktaşlı taraftarın hikayesini okuyunca duygulanmadı? Çünkü hepimiz kardeşiz, hepimizi kurtaracak tek bir şey var o da sevgi… Taraftarların da dediği gibi “aramız bozuk, kanımız değil.”
Gidenler için elden bir şey gelmiyor üzülmekten, kahrolmaktan başka. Hiçbir söz işe yaramıyor, geride kalanların göz yaşlarını, acısını, feryadını dindiremediğimiz sürece. Lanetleye lanetleye bitiremiyoruz terörü, ölümü, acıyı. Bari hala yaşıyorken kalan zamanlarımızı içimizden geldiği gibi, mutlu geçirelim. Vakit varken, sevdiklerimize sevgimizi her fırstatta dile getirelim. Varsa küs olduğumuz birileri acilen barışalım…. Ölmeden önce son çıkışa girmiş olabiliriz çünkü.
Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve sevenlerine sabır, yaralılara acil şifalar dilerim. Hiç kimsenin ölmediği, iyi haberler alacağımız bir hafta olsun, örtmen geldi bye…
Paylaş