Paylaş
Sıcaktı, çok sıcaktı. Bedenimi, önce yumurtaya sonra galeta ununa batırılan tavuk bagetleri gibi, kızgın kumlarda yuvarlayıp ondan sonra serin sulara atıyordum. Saçlarımın kırmızı boyası akmasın, en azından iki hafta daha kuaföre gitmeyeyim diye kafamı mümkün oldukça suya sokmuyor, sahip olduğum en değerli varlığım su geçirmez telefon kabında olan telefonuma şuh kahkahalar atıyor, pozdan poza giriyor tatile gidemeyen arkadaşlarımı tam orta yerinden çatlatıyordum. Güneşi tam da ellerimin ortasına alıp kalp mi yapmıyordum, ağzımdan su mu fışkırtmıyordum… Ben adeta bir Petek Dinçöz olmuştum da suyun içinde Foolish Casanova klibi çekiyordum. Tam o anda öyle bir şey oldu ki, dünya başıma yıkıldı! Daha önce hiç böyle bir şey yaşanmamış, böylesine acı bir olay başıma gelmemişti…
En son, Caner Venedik’e değil de Beşiktaş maçına gidelim dediğinde böyle hissetmiştim. Kendimi o an, malup takım tarafından sahaya hakemin kel kafasına atılan plastik su şişesi gibi, yok yok benzini bitmiş işe yaramaz sıradan bir çakmak gibi hissediyordum. Şu anda beni ne deniz mahsüllü risotto, ne cheddar peynirli dublex hamurlu bol malzemos pizza, ne de fettucini alfredo kurtarabilirdi. Şöyle söyliyim, dünyadaki en güzel suşileri Johnny Deep’i tabak yapıp üzerine koysalar, yiyemeyecek haldeydim!
Şarjım bitmişti! Şarjım bittiği için son bir saat yani altmış dakika yani üç bin altıyüz saniyedir çektiğim milyorlarca fotoğrafı paylaşamayacaktım! Like üstüne like alamayacak, takipçilerime takipçi katamayacaktım! Daha da kötüsü güneş neredeyse batmak üzereydi, güneşi ellerimin ortasına alıp kalp yapamayacaktım! Acilen bir çözüm bulmalıydım. Hemen tatil kankitoşumu çağırdım. Bir tatil kankitoşunun en kutsal vazifesi arkadaşının su içinde ve su dışında fotoğraflarını çekmesi, onu pozdan poza sokmasıydı. Aksi takdirde tatil kankitoşu olamaz, aynı uçağa bile binemezdi. Check-in kuyruğunda başlayan fotoğraf serüveni, pasaport-bilet kombini, uçakta, uçaktan inerken, otele varıldığında, kumlarda, denizde diye devam eder, galeride yer kalmaz dolayısıyla kırk yılda bir görüştüğün amca oğlunun doğum gününde çekilen fotoğraflar, tarihte ilk silinen fotoğraflar olarak hazin yerini alırdı. Malesefti, ne yapalımdı…
Neyse tatil kankitoşum geldi, güneş batmadan kafamızdaki tüm güneşli fotoğraf kombinlerini benden usta bir fotoğrafçı havasında aldı. Güneşi sağıma, soluma, ortama, kafama, elimin üstüne, dudağımın ucuna her yerime alarak fotoğraflarımı çekinmiştim. Yetmedi ellerimle denizden bir parça su alarak gökyüzüne fırlattım, damlacıklar aşağıya efil efil süzülürken tatil kankitoşum toplamda 678 kare almıştı bile. Neredeyse tamam gibiydi, bir de şöyle yüz üstü kumlara yatıp, dalgaları popoma popoma doğru alıp 2016-2017 bikini modası pozu vermese miydim?
Sudan çıktım, kurulandım artık vakit fotoğraf paylaşma vaktiydi! Telefonumu şarja taktım, kafamda fotoğrafları paylaşma konusunda matematiksel bir sıralama yaptım. Tabii ki önce güneşin en tepede olduğu fotoğraftan başlayacak, fotoğraf paylaşma periyodum güneşin batışına kadar devam edecekti. Güneş çok önemliydi, bunlar da atlanmaması gereken detaylardı. Ancak bir sorun vardı. Tatil kankitoşum çektiği 678 fotoğrafı bana hala göndermemişti. O zaman anladım ki, bir tatil kankitoşunda sadece iyi fotoğraf çekebilme yeteneği değil, çektiği tüm fotoğrafları anında whatsapp’tan atabilme yeteneği de olmalıydı. Ve an geldi, o en rahatsız edici cümleyi kurdum:
“CANIM BANA FOTOĞRAFLARI GÖNDERİR MİSİN PAYLAŞIYIM?”
Tatil kankitoşumun bir karar vermesi gerekiyordu, ya çektiği tüm 678 fotoğrafı gönderecek, bunun için önce sağlam bir wifi bulacak ya da internet kotasının babasını ağlatacaktı. Ya da en paylaşmalık fotoğrafları seçecek, onları önden gönderecekti. Bunun için de oturup hepsini detaylı bir şekilde inceleyecekti. Tatil kankitoşu olmak bunu gerektirirdi. Boşuna gelmedi herhalde benimle tatile dimi canım. Heralde yani, hiç.
Bir dedim, iki dedim, üç dedim. Derken türlü türlü kombinasyonlar mı denemedim, kelimeleri karıştırdım, devrik cümleler mi yapmadım. Aynı soruyu farklı farklı kombinasyonlarda tam 678 kere sordum. Birkaç tanesi için for egzampıl vermek gerekirse: “ Canikom fotoğrafları göndersene be paylaşıyım?” “Beybisi fotoğrafları ne zaman gönderirsin?” “ Fotoğrafları göndersene minnoş” “Tatlım fotoğrafları göndermedin” “ Abi atsana fotoğraflarımı” “Fotoğraflarımı ver be!!!”
Oysa ne güzel başlamıştık. Sezen Cumhur Önal gibi başladığım cümlelerime, Rasim Ozan Kütahyalı gibi devam etmek zorunda kalmıştım. Ama ne yazıkki fotoğraflarımı almam için onun keyfini beklemem gerekiyordu. Cevap vermesi gereken mesajları, dönmesi gereken çağrıları, mailleri, paylaşması gereken bir sürü fotoğrafı “ onun” da vardı. O da benim gibi, sizin gibi, hepimiz gibi bir sosyal medya bağımlısıydı…
Fotoğraflarımı zamanında alamamıştım, en güzel fotoğrafları benden önce o paylaşmıştı. Bir daha tatil kankitoşum olmayacağı kesindi, siz de tatil kankitoşunuzu bu anlattığım kriterlere göre seçinizdi, sonra diliniz yanmasındı!
O gün yaşadıklarımı sağlam kafayla bir kez daha düşündüm. İlla ki içimizden biri, arkadaşının telefonundan fotoğraf çekinmiş, sonra o fotoğrafları kendisine göndermesini istemiştir. Çünkü bu çağımızın yeni geleneği gibi bir şey artık. Her hangi bir organizasyonda, kutlamada mutlaka “ fotoğrafımı çeksene kanka” “ çektiğin fotoğrafları atsana canım” gibi cümleler mutlaka duyarsınız. İnanın, fotoğraflarını arkadaşının atmasını bekleyen insan kadar, tonlarca fotoğraf çeken ve o fotoğrafları sahibine göndermesi gereken insan da benzeri bir sıkıntı yaşıyormuş. Ben ikisi de oldum oradan biliyorum. Ah beybisiler yerim olsa, bir de karşı pencereden anlatırdım durumu. Ama kısaca bir benzetme yapmak gerekirse, bence fotoğrafları göndermek zorunda olan kişinin durumu da, derbi maçı izlerken çok sevdiği sevgilisine ofsaytı anlatmak zorunda kalan adamın durumuna benziyor. Diyim ben size J
Aslında eskiden ne güzelmiş. Bir tane fotoğraf makinası varmış. İçinde bir film varmış, 30’luk mu, 20’lik mi her neyse o kadar çekermişsin. Sınırlı sayıda filmin olduğu için de fotoğraflarını özenle çeker, 678 kere deklanşöre basmazmışsın. Biz şimdi muhteşem akıllı telefonlarımız sınırsız sayıda fotoğraf çekebiliyor diye sonsuza kadar basıyoruz tuşa, aynı kareden milyorlarca oluyor belki. Ahh bir de onları bilgisayara aktarması, arşivlemesi, klasörlemesi, aynı fotoğrafları silmesi var ki o konuya hiç girmek istemiyorum. Bak şimdi aklıma geldi bir daha her hangi bir düğünde, çekilen fotoğrafı 25 TL’ye satıyorlar diye kızmayacağım. Ne alıyorlarsa helali hoş olsun, çünkü düğünler de olmasa baskılı fotoğrafımız bile olmayacak artık.
Mutlu anıları belgelemek kadar, yaşamak da çok önemli. Belgeleyeceğiz de anı kaçırmayalım, o mutlu anı sonuna kadar, dibine kadar yaşayalım! Ammaa velakiiin, anı yaşarken aynı zamanda şöylee mutluuu bir kare “yakalanırsa” da tadından yenmez bence J Sonuçta fotoğrafsız olmaz baktıkça mutlu oluruz. Hem zaten çaktırmayın edilgen fiil kullandım, 3. Sahıslar düşünsün bizenee! Ni hahaha! Mutlu mutluu fotoğraflarınızın bol olduğu bir hafta dilerim örtmen geldii, öptüüm byeee!
Paylaş