Paylaş
Avrupa ekonomisi 2004 yılı boyunca dünya basınına sık sık malzeme oldu. Tartışmaların odağında ise doların euro karşısında hızla değer kazanması sonucu bölgenin ekonomik aktivitesinin büyük sıkıntıya gireceği konusu vardı. Avrupa ekonomisinin can damarı olan ihracata yönelik ürünlerin, doların düşüşü sonucu dünya pazarlarında ucuzlayan ABD ürünleri karşısında tutunamayacağı, bunun da AB ekonomisinde, işsizlik, bütçe açığı ve enflasyon gibi zaten sıkıntılı alanlarda işlerin daha kötüye gitmesine neden olacağı söyleniyordu. Nitekim bu gerçekleşti.
Almanya Maliye Bakanı 7 Eylül 2004 tarihinde Alman Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Avrupa’yı 2010 yılına kadar dünyanın en rekabetçi bölgesi haline getiremeyeceğiz. Ama yine de bu doğru bir hedeftir ve tüm Avrupa ülkeleri gibi biz de bu hedefe ulaşmak için çabalamalıyız.”
Eichel'in bu sözleri ile aslında herkesin hislerine tercüman olmuştu. Çünkü herkes, 2010 yılında dünyanın en rekabetçi ve en dinamik bölgesi olmayı ve ABD’nin karşısına ciddi bir ekonomik güç olarak çıkmayı hedefleyen Avrupa Birliği’nin bu hedefleri yakalamasının mümkün olmadığını biliyor ama nezaket gereği yüksek sesle dile getiremiyordu. Tabi bu açıklama, hedeflerin tutturulmasına yönelik ilk resmi açıklama olması nedeniyle de önemli. Arkasından AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barosso’ya kadar bir çok isim Eichel’inkine benzer sözler sarfetti…
Açıklama özellikle de 2010 yılı hedeflerine de ilham kaynağı olan ve AB içerisinde ekonomik reform çalışmaları yürüten Lizbon Konseyi’nde adeta infial yarattı. Konseyin yöneticisi Ann Mettler açıklamayı “yıkıcı ve sınırları aşan” bir açıklama olarak tanımlayıp “Avrupa’nın en büyük ekonomisinin Maliye Bakanı’nın bu yıkıcı sözlerle ne elde etmek istiyor?” diye sordu. Ama arkasından o da farkında olmadan hem Almanya ekonomisinin zor durumunu ortaya serdi hem de bu hedeflerin tutturulmasının zorluğunu şunları söyleyerek kabul etti:
“Bakan, bundan sonraki 5 yılı hesaplamak yerine Almanya’nın ekonomisini düzene sokmakla uğraşmalı. Çünkü Almanya bugün AB ekonomisindeki en büyük deliği oluşturuyor ve Lizbon hedefleri yakalanamayacaksa da bu Almanya’nın suçu”.
Bu arada Lizbon hedefleri de şu; 2000 yılında AB liderleri bir araya gelerek 2010 yılına kadar AB’yi dünyanın en rekabetçi, bilgi teknolojilerine en çok yatırım yapan, en dinamik ve en istikrarlı ekonomisi haline getirmek için bir dizi karar aldı. Hedefler adını bu toplantının yapıldığı kentten, yani Lizbon’dan alıyor.
Bu sözler belki AB’nin kendi içindeki bir tartışma gibi görünebilir ama aslında ekonomiye ilişkin sıkıntıların ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor.
En klasik bakış açısıyla bakalım AB ekonomisine. Kömür endüstrisi ortadan kalkmış durumda. Demir-çelik endüstrisi ise bazı özel kuruluşlar dışında kendisine hayat bulamıyor. Üstelik aynı ürünleri daha ucuza üreten Uzakdoğulu rakipleri var. Teknolojiye yatırım yapılıyor ama henüz bu alan fark yaratabilecek bir gelişme göstermedi. Tekstil markalar dışında dışarıya kaptırıldı. Sosyal güvenlik sistemi ciddi açıklar veriyor ve AB ülkeleri işsizlik sigortası gibi en çok sayıda insanı ilgilendiren alanlarda bile kısıntıya gidiyor. Sağlık hizmetleri yavaş yavaş paralı hale getiriliyor. Ve tabii ki en klasik sorun. Yaşlı Avrupa!.. Nüfus çok yaşlı. Bir süre sonra yaşlıları besleyecek yerli genç işgücü bulunamayacak. Ama şu anda işsizliğin yüzde 15’e ulaştığı yerler var. Ama onların yerine daha ucuza çalışacak göçmenler hergün akın akın kıtaya geliyor. Ekonomi yeterince hızlı büyeyemiyor. Çin yüzde 10, ABD yüzde 5 büyürken AB’nin büyümesi sadece yüzde 2…
Kıta çapında bir çok eski şirket yeni ekonomik sisteme uyum sağlayamıyor. Çalışan hakları saldırı altında. Esnek çalışma sistemi adıyla getirilmek istenen yeni sistem ile bugüne dek alınan tüm haklar ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Örneğin geçen yıl Boscholt’taki Siemens fabrikası gözle görülür bir karlılıkla, yüzde 30, çalıştı. 2000 kişinin çalıştığı bu fabrikada işçiler haftada dört saat ücretsiz fazla mesai yapıyor. Çünkü Siemens fabrikayı Macaristan’a taşımakla tehdit ediyor işçileri. “Ya bedava çalışın, ya da işsiz kalın!”
Bu arada Almanya’da kalifiye olmayan işlere verilen ücretin fazlalığından şikayet eden iş çevreleri, bu işlere verilen ücretin düşürülmesini istiyor. Böylelikle işsizlik yarı yarıya azalacakmış. Üstelik AB’nin itici gücü olan Almanya ekonomisi tüm bu sıkıntıları en ağır biçimde yaşıyor.
AB’nin en büyük sorunlarından biri de kendi koyduğu kuralları bir türlü uygulayamaması. Örneğin bütçe açığının yüzde 3’ü aşamayacağı sıkıca kurala bağlanmış. Ama geçen yıl hem Almanya hem de Fransa bu oranı bir hayli aştı. Buna karşılık para cezalarını ödememekle kalmayıp kuralların kendileri için esnetilmesine bile çalıştılar. Avrupa 2004 yılı boyunca doların düşüşü dışında en çok bu konu ile sallandı.
Peki bunun nedeni ne? Avrupa’da en çok sorulan soru bu. Bu konuya da çok çeşitli yanıtlar veriliyor ama hemen hemen herkesin ortaklaştığı sadece bir iki nokta var. AB ekonomisi değerlendirmeleri genelde ABD’ye göre yapılıyor. Bu karşılaştırmalarda AB’nin ABD karşısındaki konumunun neden zayıf olduğu anlatılırken en çok vurgu yapılan nokta ise Avrupa’nın yeterince liberal olamaması.
Bunu önce makro ekonomik verilerle açıklayan uzmanlar, Avrupa Merkez Bankası’nın politikasının orta vadede istikrar ve sürdürülebilir büyüme olmasını, enflasyonun yüzde 2’nin hemen altında tutulmasını, kısa vade faizlerin neredeyse statik tutulmasını kıta ekonomisinin ataletinin en önemli nedenlerinden biri olarak görüyor. Özetle “risk almayıp, istikrar istedikleri için yarışta geri kaldılar” diyor uzmanlar.
Uzmanlara göre işgücü verimliliği Avrupa’nın zayıf karnı. Bu nedenle çalışma saatleri artırılmalı, ücretler reel olarak sabit kalmalı ya da düşürülmeli.
Uzmanlara göre Avrupa’daki sosyal politikalar çok fazla yumuşak başlı. Emeklilik ve işsizlik sigortasında yeniden düzenleme gerek.
Sermaye üzerinde çok fazla yasal engel var diyor uzmanlar, yatırımcı istediği kadar rahat kıtada yatırım yapamıyor. Bürokrasi ise başka bir sorun.. Ayrıca koruma kurallarının fazla olması rekabeti önlüyor.
Bu tabloya yeni eklenen üyelerin 10 yıllık bir vadede 70 milyar euroya yaklaşacak maliyetini ekleyin.
Bu tabloya tek başına yeni eklenen üyelerin toplamı kadar büyük olan Türkiye tartışmalarını da ekleyin.
Bu tabloya bir de Anayasa tartışmalarını ve diğer bilumum siyasi tartışmaları ekleyin.
Karamsar olmadığımı anlamanız için bir araştırmanın sonuçlarını aktarmak istiyorum son olarak. PricewaterhouseCoopers tarafından yapılan bu araştırma çerçevesinde Avrupanın önde gelen işadamı ve yöneticilerine AB ekonomisi ile ilgili sorular yöneltiliyor. Sonuç şu:
Yöneticilerin sadece yüzde 36’sı Avrupa ekonomisinin şu an büyüme içinde olduğunu düşünüyor. Yüzde 38’lik bir oran ise gelecek 12 ay ile ilgili beklentilerinde olumlu.
Yöneticiler şirketlerinin karının bu çeyrekte yüzde ortalama yüzde 4,1 artmasını bekliyor. Bir önceki çeyrekteki artışsa yüzde 4.6’ydı.
Yöneticiler yakın gelecekte büyük yatırım planlamıyor.
Yeni işçi alımı düşünmüyorlar ama şu anda büyük işten çıkarmalara gerek olmadığını söylüyorlar.
Bizi bekleyen Avrupa’nın bugünkü özeti bu.
Paylaş