20 Aralık 2001
Arjantin'le yolları ayıralı çok zaman oldu. Yaklaşık 2 aydır borsada Arjantin lafı geçmiyor. Siz bakmayın Perşembe günü İMKB 100 Endeksi'nin 12.788 puandan 12.349 puana kadar indiğine. Borsacılara bakarsanız bu düşüşün nedeni Arjantin'de kabinenin istifasıymış... Bak sen!
Son iki ay içinde olanlara bir bakalım. Arjantin bir türlü iç borç takasını gerçekleştirememiş, IMF ile bir türlü anlaşamamış, 1.4 milyar dolarlık ek yardımı alamamış, sokak gösterilerine grevlere engel olamamış, mevduat çekilişine engel olamayıp yasak getirmiş, para birimini direkt dolar mı yapalım demiş sonra da kabine istifa etmiş...
Bu arada Türkiye ne yapmış?
IMF ile 18. stand-by'ı imzalamış, 10 milyar doları garantilemiş, ABD ile daha bi yakınlaşmış. Faizler yüzde 71'lere inmiş, iç borcun çevrilmesi sorunu 2002 için de ortadan kaldırılmış (2003'te ne olur bilmem).
Borsa da bu arada Arantin'i filan hiç düşünmeden 7700'lerden 13.000'li sevilere kadar yükselmiş.
Perşembe günü borsada yaşanan korkunun açılımı ise şöyleymiş:
"Piyasada zaten yabancı payı az, Noel tatili de geldi gelecek, bir de Arjantin krizi çıktı. Şimdi elimizdeki yabancıyı da kaçırmayalım."
Ya da:
"Hayır alım yapacağız ama ya yabancı satar da malı bize kiltlerse.."
İnanılır gibi değil!
Aslında siz borsayı oyuncuların elinde para varken görecektiniz... Ne mi olurdu?
Yazının girişindeki Arjantin ve Türkiye kıyaslamasını aynen alın ve devam edelim:
"2002 başından itibaren uluslararası fonlar yeniden pozisyon açmaya başlayacak. Gidebilecekleri kaç adres var ki. En büyük rakibimz Arjantin nakavt oldu. O zaman para bize akacak. Saldırın hisse senedine!"
Yabancı gelir mi peki?
Bu soruyu size soruyorum.
Elinde birkaç yüz milyon doları olan, her ay yatırmcısına hesap veren, şeffaf, açık, yasalarla sımsıkı bağlı bir fonun yöneticisi olsanız İMKB'den hisse senedi alır mıydınız?
Yazının Devamını Oku 19 Aralık 2001
Aslına bakılırsa piyasanın yönü konusunda -en azından bu aralar- herkesin söyleyecekleri dışında söylenecek pek bir şey yok. Piyasa uzmanları; IMF temasları, yeni stand-by, bayram öncesi altını ısrarla çizdiğimiz olumlu iç ve dış siyasi-ekonomik gelişmelerin ışığında endekste yönün yukarı olduğunu söylüyor. Bu tespite katılmamak pek de mümkün değil ama bir çekincenin altını çizmemizde fayda var. Borsada beklenen yükseliş için -tabii ki buna 2002 yılını da katıyoruz- üst sınırın neresi olduğu konusunda görüşler muhtelif. En kabul gören sınır 1 dolar seviyesi. Bu rakama da 2002 yılının ilk ayı içinde ulaşılacağı düşünülüyor. Bu tarih önemli çünkü endeks değeri için dolar kurunun seviyesi de belirleyici olacak.
Yani 17. stand-by anlaşmasında olduğu gibi 18. stand-by anlaşmasında da dolar kuru -doğru ya da yanlış- her kesim için gösterge özelliğini taşımaya devam edecek.
Unutmadan bu tahmin yabancı yatırmcının 2002'den itibaren az da olsa alıma geçeceği beklentisine dayanıyor. Yabancı yoksa yükseliş de yok.
Ama biz bu sefer başka bir alana bakalım. Borsada işlem gören şirketlerin büyüklük sıralamasına mesela...
Piyasa değeri açısından bakınca ilk üç. Hadi bilemediniz ilk iki şirket neredeyse herkesçe malum. İş Bankası ve Turkcell... peki ya ilk 10? Sıralamamız şöyle:
1- İş Bankası 4.34 milyar dolar
2- Turkcell 3.79 milyar dolar
3- Sabancı Holding 3.1 milyar dolar
4- Koç Holding 2.73 milyar dolar
5- Akbank 2.21 milyar dolar
6- POAŞ 2.14 milyar dolar
7- Tüpraş 2.03 milyar dolar
8- Yapı Kredi Bankası 2.02 milyar dolar
9- Anadolu Efes 1.16 milyar dolar
10- Garanti Bankası 1.14 milyar dolar
Bu Top Ten şirketin piyasa değerlerini alt alta koyup topladığınızda ulaştığınız rakam tam olarak 25.79 milyar dolar. Ya İMKB'de işlem gören tüm şirketlerin piyasa değeri toplamı ne kadar dersiniz? Söyleyelim 44.15 milyar dolar... Yani bu 10 hisse senedi piyasanın yarısından fazlası.
Yılsonu toplam işlem hacmi rakamları gelince daha rakamsal olarak ifade edebileceğiz ama şimdiden belirtelim bu şirketler işlem hacmi sıralamasında da ilk 10 içinde yer alıyor.
Kısacası oranlara bakınca borsadaki durumun Türkiye'den farklı olmadığı ortaya çıkıyor.
Borsa ne zaman mı adam olur... Rakı sofraları en bilindik muhabbet cümlesini yitirdiğinde...
Yazının Devamını Oku 19 Aralık 2001
Aslına bakılırsa piyasanın yönü konusunda -en azından bu aralar- herkesin söyleyecekleri dışında söylenecek pek bir şey yok. Piyasa uzmanları; IMF temasları, yeni stand-by, bayram öncesi altını ısrarla çizdiğimiz olumlu iç ve dış siyasi-ekonomik gelişmelerin ışığında endekste yönün yukarı olduğunu söylüyor.Bu tespite katılmamak pek de mümkün değil ama bir çekincenin altını çizmemizde fayda var. Borsada beklenen yükseliş için -tabii ki buna 2002 yılını da katıyoruz- üst sınırın neresi olduğu konusunda görüşler muhtelif. En kabul gören sınır 1 dolar seviyesi. Bu rakama da 2002 yılının ilk ayı içinde ulaşılacağı düşünülüyor. Bu tarih önemli çünkü endeks değeri için dolar kurunun seviyesi de belirleyici olacak. Yani 17. stand-by anlaşmasında olduğu gibi 18. stand-by anlaşmasında da dolar kuru -doğru ya da yanlış- her kesim için gösterge özelliğini taşımaya devam edecek. Unutmadan bu tahmin yabancı yatırmcının 2002'den itibaren az da olsa alıma geçeceği beklentisine dayanıyor. Yabancı yoksa yükseliş de yok.Ama biz bu sefer başka bir alana bakalım. Borsada işlem gören şirketlerin büyüklük sıralamasına mesela... Piyasa değeri açısından bakınca ilk üç. Hadi bilemediniz ilk iki şirket neredeyse herkesçe malum. İş Bankası ve Turkcell... peki ya ilk 10? Sıralamamız şöyle:1- İş Bankası 4.34 milyar dolar2- Turkcell 3.79 milyar dolar 3- Sabancı Holding 3.1 milyar dolar4- Koç Holding 2.73 milyar dolar5- Akbank 2.21 milyar dolar6- POAŞ 2.14 milyar dolar7- Tüpraş 2.03 milyar dolar8- Yapı Kredi Bankası 2.02 milyar dolar9- Anadolu Efes 1.16 milyar dolar10- Garanti Bankası 1.14 milyar dolarBu Top Ten şirketin piyasa değerlerini alt alta koyup topladığınızda ulaştığınız rakam tam olarak 25.79 milyar dolar. Ya İMKB'de işlem gören tüm şirketlerin piyasa değeri toplamı ne kadar dersiniz? Söyleyelim 44.15 milyar dolar... Yani bu 10 hisse senedi piyasanın yarısından fazlası. Yılsonu toplam işlem hacmi rakamları gelince daha rakamsal olarak ifade edebileceğiz ama şimdiden belirtelim bu şirketler işlem hacmi sıralamasında da ilk 10 içinde yer alıyor.Kısacası oranlara bakınca borsadaki durumun Türkiye'den farklı olmadığı ortaya çıkıyor.Borsa ne zaman mı adam olur... Rakı sofraları en bilindik muhabbet cümlesini yitirdiğinde...
button
Yazının Devamını Oku 14 Aralık 2001
Çarşamba akşamı borsa binasında bir toplantı vardı. Aracı Kurumlar Birliği'nin üçüncü üye toplantısı başlığını taşıyan toplantıya Aracı Kurumlar Birliği (AKB) Başkanı Yusuf Ziya Toprak, Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Doğan Cansızlar ve İstanbul Borsası Başkanı Osman Birsen katıldı. Toplantının gündem maddesi komisyon oranlarının belirlenmesi oldu. Toplantı aslında perşembe günü yapılacak olan AKB Genel Kurulu öncesinde bir fikir teatisi amacını taşıyordu. AKB bu toplantıyla, sektör yöneticilerini düzenleyici ve denetleyici kurumların başkanlarıyla bir araya getirmek ve aracı kurum yöneticilerinin kafalarındaki sorulara birinci ağızdan cevap bulmalarını sağlamayı amaçlıyordu.
Konuşmalarda Türkiye'nin tarihinin en ağır krizinden geçtiği ama buna rağmen krizde sermaye piyasasının rolünün bulunmadığı ve sektörün bu süreçten budanmış ama başı dik çıktığı belirtildi.
Toplatının ikinci bölümünde ise salondaki iyimserlik bir anda bozuldu. Aracı kurum yöneticileri de tartışmaya katılmış ve daha ilk konuşmada sektörün en acil sorunu, yani komisyon oranlarının belirlenmesi sorunu ortaya atıldı.
Aracı kurumlar müşterilerinin gerçekleştirdiği işlemlerden aracılık faaliyetinin bedelini yani bir miktar komisyon alıyor. Aracı kurumun en önemli gelir kapısı burası. Yani bir aracı kurumun yaşayabilmesi için esas faaliyet geliri işlemlerden aldığı komisyon.
Bu oran minimum yüzde 0.2 olarak belirlenmiş durumda. Belirleyici merci ise SPK. Ama AKB kuruluşu ile birlikte SPK, bu sorumluluğu Birlik'e devretme kararında. Hatta konu ile ilgili karar Bakanlar Kurulu'nda ve imza aşamasında. Karar Bakanlar Kurulu'ndan çıktıktan sonra artık AKB Komisyon oranları ile ilgili kararı verecek ve bunu SPK'nın onayına sunacak. Yani sektör artık kendi göbeğini kendi kesecek.
Ama dünkü toplantıda bir kere daha anlaşıldı ki sektör içinde de bu konuda bir fikir birliği yok.
Bir grup, büyük aracı kurumları komisyon iadesi yaparak ve manipülatörü koruyarak pazarda küçük aracı kurumlar aleyhine bir ortam oluşturmakla suçluyor. Serbest pazar ekonomisinde komisyon oranı belirlemenin yanlış olduğu bu alanın da rekabete açılması gerektiği ifade ediliyor.
Bir başka grup ise komisyon oranının belirlenmesi ile sektöre belirli bir kalite getirildiğini, oranın serbest bırakılmasıyla tüm borsa yatırımcılarının manipülatör olma yoluna itileceğini, sektörde küçük yatırımcı yerine "küçük oyuncular" yaratılacağını ifade ediyor.
Bir başka grup ise denetim eksikliği sorununa işaret ederek, komisyon iadesi meselesinde cezaların caydırıcı biçimde artırılması ve denetimin sıklaştırılması gerektiğini belirtiyor. Denetim sağlıklı yapılamıyorsa minimum oran belirlemenin yanlış olduğu belirtiliyor.
Bu arada kimi aracı kurum yöneticileri ise piyasanın büyük oyuncularını çekmek için aracı kurumların komisyon oranını indirmesinde bir sakınca olmadığını yani komisyon iadesinin mevzuata uygun hale getirilmesi gerektiğini belirtiyor.
Sürekli komisyon iadesinden bahsettik. Bunun ne olduğunu da bir açıklayalım. Bazı aracı kurumlar büyük oyuncuları kendi kurumlarında işlem yapmaya özendirmek için minimum yüzde 0.2 olarak belirlenen komisyon oranını (örneğin yüzde 0.1'e) düşürüyor. Böylelikle kurumun geliri azalırken işlem hacmi artıyor. Yani sürümden kazanıyor. Komisyon iadesi mevzuata uygun değil. Ama yaptırımın da çok ciddi olmadığı biliniyor.
Bakılım tartışma nereye gidecek.
Yazının Devamını Oku 12 Aralık 2001
Krizle birlikte borsanın adı çok daha fazla anılmaya başlandı. Her yerde borsa lafını duymak mümkün. Kumarı, havadan para kazanmayı, köşe dönmeyi seven halkımız zaten borsaya pek bi' düşkündü ama krizle birlikte borsa, ekonomi ile ilgili her tartışmanın olmazsa olmazı, tuzu biberi haline geldi… <br> Siyasilerin demeçlerinden gazete manşetlerine kadar bir çok yerde borsanın adı sık sık geçmeye başladı. Siyasetçi "borsa düşer haa!!!" sözüyle korkutulmaya başlandı.
Borsa yükselmeye başlayınca ekmek bulamayan vatandaştan sanayiciye kadar tüm halkımız "Ohhh, borsa da yükseliyor, düzeliyoruz canım" şarkısı ile göbek atmaya başladı.
Hal böyle olunca kimse makro ekonomiye bakmaz oldu. Büyüklerimiz de bu duruma bir hayli içerleyerek borsaya çatmaya başladılar.
Dediler ki: "Siz Londra Borsası'na, New York Borsası'na ne bakarsınız ki. Oralarda yüzde 100 oranında halka açık şirketler var. Ortalama halka açıklık yüzde 80-90'lar seviyesinde. Hem piyasa değerleri bizimkilerin hayal bile edemeyeceği seviyede.
Üstelik ülkenin en önde gelen şirketlerinin tamamı halka açık durumda. Bakınız Fortune 500 şirketleri. Ya bizdeki durum… Krizle birlikte piyasa değeri 30 milyar dolarlara inmiş bir borsamız var. Halka açıklık oranı yüzde 25-30 arasında.
İSO 500'deki şirketlerin onda biri bile borsada değil, üstelik manipülasyon had safhada. Eee böyle bir piyasa nasıl ekonominin göstergesi, barometresi olsun ki."
Haksızlar mı?
Hayır hatta biz de bir kaç veri ekleyelim.
Bizde aracı kurumlarda açık olan hesap sayısı 2.3 milyon adet civarında. Mükerrer hesapları, ya da asıl gösterge alınması gereken "bakiyeli hesap" sayısını bir yana bırakın. Hatta BDDK operasyonları nedeniyle sırası kapalı şirketlerde kaç yüz bin yatırımcının kilitli kaldığını da bir yana bırakın. Mesela ABD'de nüfusun yüzde 80'i direkt ya da dolaylı olarak (yatırım fonları, özel emeklilik fonları, sigorta şirketleri aracılığı ile) borsa yatırımcısı.
Ama madalyonun bir başka yüzü daha var.
Bu piyasa patronların piyasası. Türk ekonomisinin önde gelen isimleri, Adana'nın zengin pamuk ağası, Giresun'un fındık baronu, İzmir'in tütün ihracatçısı, Malatya'nın kayısı kralı, Rize'nin inşaat imparatoru… Yani para babaları. Yani bu ülkenin adı bilinmeyen zenginleri… Hepsi ama hepsi borsada…
Bu bahsettiğim insanlar paranın, karın kokusunu değil Türkiye'de dünyada en iyi alan insanlar. Eğer bu insanlar paralarını borsaya sokmaya başlamışlarsa o zaman ekonomi umut vaad ediyor demektir. Çünkü bu adamlar paralarını kolay kolay riske atmaz. Sağlamcıdır.
Belki işin biraz ters tarafından bakıyoruz ama hep söylemez miyiz, "burası Türkiye". Bizim göstergemiz, barometremiz de yine bize göre…
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2001
Borsada bu hafta endeksi yukarı çekmeye yarayacak pek fazla yeni beklenti yok gibi görünüyor. Belki kredi notu artışı ya da IMF görüşmeleri… İstinye Sarayı'nda 14 bin puan seviyesi konuşulmaya başladı. Bu tehlikeli bir oyun, aman ha temkinli olun… Piyasada yeni beklenti yok. Bu nedenle Pazartesi günü bir miktar kar realizasyonu ve piyasa oyuncularının deyimi ile "maliyet oluşturma" operasyonu izledik. Maliyet oluşturma operasyonu ne demek? Yani yükselişi ile endeksi 12 bin puanın üzerine taşıyan hisse senetlerini satıp yerine yükselişte yer almamış başka hisse senetlerini almak…
Böylece endeks yükselmeyip bulunduğu seviyeleri de pek fazla kaybetmeden yatay seyre girer. Ama piyasa oyuncuları yükseliş yaşamamış ya da diğerlerine nispeten daha az yükselmiş hisse senetlerini alarak yeni bir değer artışı dalgası için zemin hazırlar. İşte size "maliyet oluşturma operasyonu".
IMF görüşmeleri borsada adım adım izleniyor elbette. Ama iyi bir haber verelim, buradan kötü haber çıkmayacak gibi görünüyor. En azından bu yıl için.
Ya not artırımı? Standard & Poor's not artırdı, Moody's de "Türkiye'yi izliyoruz. Gelişmeler umut verici" dedi ya… Şimdi borsacılar "Moody's de not artıracak. Borsa coşacak" şarkısını söylüyor.
Peki bu çerçevede piyasa yeni bir yükseliş dalgasına mı hazırlanıyor.
Tam bu noktada reel göstergeleri bir yana bırakalım.
İstinye Sarayı'nın koridorlarında bol bol "endeks 14 bin olacak" ya da "yılsonu hedefi 1 dolar" diyenlere sık sık rastlayabiliyorsunuz.
Bunu söyleyenler bizimkilerin borsadaki gömlekçileri. Yapmaya çalıştıkları şey ise geçen hafta belirttiğim gibi 2002'den itibaren borsaya gelmesi beklenen sarışınlara yüksekten mal boşaltmak.
Bu strateji çalışır mı?
Kanımca zor. Çünkü Türkiye'nin önünde yabancılar açısından bakılınca üç temel sorun var:
1- Siyasi risk (Yani hükümet ömrünü tamamlayabilecek mi?)
2- Program riski (Yani IMF'ye verilen kapsamlı sözleri tutulacak mı? Kamu küçülebilecek mi?)
3- Ekonomik risk, (Yani reel sektör bir kredi çöküşü yaşamadan ayağa kalkabilecek mi?)
Bu sorulara net yanıtlar bulmadan Türkiye'ye yabancı girişi zor görünüyor. Belki reel sektör anlamında çok çok ucuz şirketlere bir giriş yaşanabilir ama bunun trendi tersine çevirmesi zor görünüyor.
O nedenle 14 bin puan seviyesinden ya da 13 bin puanın üstünden kısa vadeli alım yatırımcıyı üzer gibi görünüyor. Uzun vadeli yatırımcıya ise sözümüz yok. Reel sektör kurtulmadan borsada da hakkıyla kazanç imkansız.
Yazıyı anarşistlerin meşhur sloganı ile tamamlayalım.
"TEK BAŞINA KURTULUŞ YOK"*
İtirazı olan buyursun…
* Hiç de fena bir laf değilmiş bu arada…
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2001
Borsada bu hafta endeksi yukarı çekmeye yarayacak pek fazla yeni beklenti yok gibi görünüyor. Belki kredi notu artışı ya da IMF görüşmeleri… İstinye Sarayı'nda 14 bin puan seviyesi konuşulmaya başladı. Bu tehlikeli bir oyun, aman ha temkinli olun… Piyasada yeni beklenti yok. Bu nedenle Pazartesi günü bir miktar kar realizasyonu ve piyasa oyuncularının deyimi ile "maliyet oluşturma" operasyonu izledik. Maliyet oluşturma operasyonu ne demek? Yani yükselişi ile endeksi 12 bin puanın üzerine taşıyan hisse senetlerini satıp yerine yükselişte yer almamış başka hisse senetlerini almak…Böylece endeks yükselmeyip bulunduğu seviyeleri de pek fazla kaybetmeden yatay seyre girer. Ama piyasa oyuncuları yükseliş yaşamamış ya da diğerlerine nispeten daha az yükselmiş hisse senetlerini alarak yeni bir değer artışı dalgası için zemin hazırlar. İşte size "maliyet oluşturma operasyonu".IMF görüşmeleri borsada adım adım izleniyor elbette. Ama iyi bir haber verelim, buradan kötü haber çıkmayacak gibi görünüyor. En azından bu yıl için.Ya not artırımı? Standard & Poor's not artırdı, Moody's de "Türkiye'yi izliyoruz. Gelişmeler umut verici" dedi ya… Şimdi borsacılar "Moody's de not artıracak. Borsa coşacak" şarkısını söylüyor. Peki bu çerçevede piyasa yeni bir yükseliş dalgasına mı hazırlanıyor.Tam bu noktada reel göstergeleri bir yana bırakalım.İstinye Sarayı'nın koridorlarında bol bol "endeks 14 bin olacak" ya da "yılsonu hedefi 1 dolar" diyenlere sık sık rastlayabiliyorsunuz. Bunu söyleyenler bizimkilerin borsadaki gömlekçileri. Yapmaya çalıştıkları şey ise geçen hafta belirttiğim gibi 2002'den itibaren borsaya gelmesi beklenen sarışınlara yüksekten mal boşaltmak. Bu strateji çalışır mı? Kanımca zor. Çünkü Türkiye'nin önünde yabancılar açısından bakılınca üç temel sorun var:1- Siyasi risk (Yani hükümet ömrünü tamamlayabilecek mi?)2- Program riski (Yani IMF'ye verilen kapsamlı sözleri tutulacak mı? Kamu küçülebilecek mi?) 3- Ekonomik risk, (Yani reel sektör bir kredi çöküşü yaşamadan ayağa kalkabilecek mi?)Bu sorulara net yanıtlar bulmadan Türkiye'ye yabancı girişi zor görünüyor. Belki reel sektör anlamında çok çok ucuz şirketlere bir giriş yaşanabilir ama bunun trendi tersine çevirmesi zor görünüyor.O nedenle 14 bin puan seviyesinden ya da 13 bin puanın üstünden kısa vadeli alım yatırımcıyı üzer gibi görünüyor. Uzun vadeli yatırımcıya ise sözümüz yok. Reel sektör kurtulmadan borsada da hakkıyla kazanç imkansız. Yazıyı anarşistlerin meşhur sloganı ile tamamlayalım."TEK BAŞINA KURTULUŞ YOK"*İtirazı olan buyursun…* Hiç de fena bir laf değilmiş bu arada…
button
Yazının Devamını Oku 7 Aralık 2001
Borsanın son iki gündür söylediği şarkının ritmi değişti. Artık daha umutlu ama hala "bekledim de gelmedin" nakaratı üzerine kurulmuş bir şarkı dinliyoruz İstinye Sarayı'nın koridorlarında. Çarşamba günü bono piyasasında rekor işlem hacmi rakamı vardı. Bu paranın kaynağı İstinye Sarayı'ndaki şarkının bestesine büyük katkıda bulundu.
Bir bakalım bu para nereden gelmiş. Çarşamba günü dolar kuru yaklaşık 20 bin lira kadar geriledi. Yani vatandaşımız, bankamız, elinde dolar tutan yatırımcımız bir miktar dolar sattı. Yeşil dolarları satıp ellerine geçen Türk Lirası'nın büyük bir kısmı ile bono alan bu güzide kalabalık, elerinde kalan TL'nin bir kısımını da "Yazık orası da sebeplensin" diye İstinye Sarayı'nın kapısından içeri taşıdı.
Ayrıca dün piyasa uzmanları sarışınların da uzun bir aradan sonra bono piyasasında arz-ı endam ettiklerini belirtti.
Bir yandan, az da olsa pek fazla mıncıklanmamış TL'nin piyasaya girdiğini gören, öte yandan sarışınların İstinye Sarayı'na komşu köşklerde gezindiğini işiten "bizimkiler" coşa geldi.
"Geçen sefer 12 bin puanın üstünden satış yapamamıştık, bu sefer Allah kerim" diyen İstinye Sarayı bezirganları, endeksi bir kere daha 12 bin puanın üzerine taşıdı. Yetmedi seans içinde 12 bin 500 puan seviyesi "hooop" denilerek aşıldı. Bu da yetmedi gün kapanışı 12 bin 687 puandan gerçekleşti.
Çok değil daha 29 Kasım'da endeks 10,961 puandaydı. Bu perşembe yaşanılan yükselişle birlikte aybaşından bu yana (yani dört gün içinde) endeks yüzde 15 oranında değer kazanmış oldu.
Şimdi sorulması gereken bir soru var. (Bu soruyu hiç sevmiyorum. Hatta bu sorudan nefret ediyorum ama nasıl olsa sorulacak. O nedenle elimi tez tutup önce ben sorayım bari:
"Borsa nereye kadar yükselecek?"
(Kişisel not: Bu sorunun cevabını bildiğini söyleyenlere inanmayın. Eğer iddia edenler bilselerdi emin olun size söyleyip kârlarını azaltmak yerine kendileri oynardı. Ben de bilmiyorum. Yapmaya çalıştığım şey beklentiyi aktarmak)
Borsacılar diyor ki:.
"Madem bu kadar iyi bir pozisyondayız, [Kıbrıs'ta durum iyi, ABD arkamızda, uzun zamandır ilk kez bir ABD dışişleri bakanı (Colin Powell) geçerken -ayıp olmasın diye- değil direkt Türkiye'ye geldi, AGSP (adı bile komik) "olayı" tamam, Hazine dışardan ne güzel borç buldu, Salı günkü ihale iyi geçti] o zaman endeks neden 13 bine çıkmasın ki!!!"
Evet neden çıkmasın ki?
Endeks büyük olasılıkla bu seviyelere çıkacak. Bunun bir nedeni de bizimkilerin sarışınlarla ticaret yapma hevesinin iyice azmış olması. Kolay değil o kadar uzun zamandır sarışın taklidi yapan bıyıklılarla flört ediliyordu ki...
Taa 7000 puanlardan mal almış, elindeki bu malı kar, kış, soğuk, tipi, kriz, dolar demeden taşımış olan bizimkiler endeks 13 bin puanın üzerindeyken sarışınlara devretmek (piyasa deyimi ile itelemek) istiyor. Bunun için de yılbaşından sonrayı beklemelerinin şart olduğunu biliyorlar. Bu kadar uzun bir süre varken de acele etmeden yavaş yavaş 13 bine gitmeyi tasarlıyor.
Aman dikkat hevesimiz kursağımızda kalmasın.
Çünkü yabancının Haloween'i var, Noel Yortusu var Yılbaşı var... Tatili, Bahaması, Fiji Adaları var...
O kadar koşturmacadan o kadar içkiden sonra 2 Ocak 2002 çarşamba sabahı kalkılacak. Bir aydır kapatılan pozisyonların hangilerinin yeniden açılacağı kararlaştırılacak. Bu arada 2002 yılı için de iç borcun çevrilebilirliği ve siyasi yapı riski taşıyan Türkiye'ye yatırım kararı verilecek...
Biraz Nasrettin Hoca Fıkrası gibi değil mi?
"Ölme borsacım ölme"
Hürriyet Gazetesi'nde bir haber:
"Rosenberg'ler suçsuzdu, asıl suçlu benim..."
Bunu söyleyen Rosenbergler davasının baş tanığı, evli çifti idama gönderen ifadenin sahibi, Ethel Rosenberg'in öz kardeşi David Greenglass.
"...Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu unutulur şey değil
Apansız geliyor aklıma..."
Mc Carthy rejimi ABD tarihinin kara sayfalarından biri. Binlerce insan Sovyet Casusu oldukları iddiası ile yargılandı. Sadece ABD için değil insanlık tarihi için de karanlık bir dönem olan bu dönem tarih sayfalarına "Cadı Avı" ismiyle geçti.
"...Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma..."
Rosenbergler suçsuzdu. Rejim muhalifi ve bu muhalefeti her uygar insan gibi ifade edecek alan aradılar. Komünisttiler ve komünist olmaları idama gönderilmeleri için yeterli sebep sayıldı.
O kadar tanıdık bir hikaye ki...
Bu binlerce yıldır kan la sulanan ama ne yazık ki kana doymayan bu coğrafyada o kadar çok Rosenberg ipe, sürgüne cezaevine gönderildi ki.
"...Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma.."
McCarthy ölmedi. Bir gitti, dünyanın başka coğrafyalarında binlerce kere geldi. Zaten o da başka bir melanetin yeniden canlanmış hali değil miydi. İnsan ırkı "dünya evrenin merkezi değil" dediği için öldürülen aydınların kanını elinden hiç yıkayamadı ki.
Ya şimdi yaşadığımız kriz.
Hayır bu kriz kesinlikle siyasi-ekonomik bir kriz değil. 70 yıldır ödemekten kaçtığımız bedelleri ödeme zamanı. İnsanlık ailesi ile gelecekteki çocuklarımızla yüzleşme zamanımız yaklaşıyor. Alnımız ak çıkabilecek miyiz bu yüzleşmeye.
Sizce?..
"...Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil bu unutulur şey değil Çaresiz geliyor aklıma..."
Yazının Devamını Oku