SON dönemde Türk dış politikası bazı varsayımlar üzerine oturtuldu:
1) Türkiye çevresindeki komşularıyla teke tek ilişkileri ne kadar ileri götürürse dünyada mukayeseli avantajını o kadar artırır.
2) Türkiye’nin jeo-stratejik konumu onu vazgeçilmez bir ülke yapmaktadır.
3) Türkiye ne kadar çok Ortadoğu’ya sahip çıkarsa dünyaya o kadar güçlü bir görüntü verir.
4) Obama ile yeni bir dünya kurulacak, Türkiye de yeni dünyada yerini alacaktır.
* * *
Türkiye, komşularıyla teke tek ilişkilerde (1. varsayım) başarılı adımlar attı, bazı ülkeler ve örgütler ile Batı dünyası arasında belirli seviyede bilgi taşıyıcısı (messenger) görevi yaptı. Ancak, sanırım bu görevin göreceli ağırlığını hem abarttı hem de diğer varsayımlarında bazı değerlendirme hataları içine düştü.
Türkiye, dünya coğrafyası açısından dünya enerji havzalarının % 64’ünün oturduğu Ortadoğu ile bu enerji havzalarının en büyük talibi Batı’nın arasında müstesna bir yerde.
Medeniyetler tarihi ve kültürel altyapı açısından da her iki tarafın özelliklerinden, tamamen olmasa da bir nebze almış. Türkiye iki tarafa da aşina.
Ancak, Batı kendi müttefiki olarak görebilmek için Türkiye’nin, bir elini Ortadoğu’ya uzatsa da yüzünü Batı’ya doğru tutmasını, dış politikasını ne kadar renklendirse de Batı’ya çıpalamasını istiyor.
Ancak, son zamanlarda Türkiye’nin nereye çıpalandığı konusunda Batı’da derin tereddütler oluşmaya başladı.
Davos ile başlayan ve Rasmussen meselesi ile şahikasına çıkan süreçte, önemle Başbakan ülkemize Ortadoğu’ya Avrupa’da sahip çıkan ülke görüntüsü vermeye başladı. Hamas’ı BM’de temsil etme gayretlerine soyundu. Sanki çıpa artık Ortadoğu’ya atılmıştı.
Üzülerek görüyorum ki, Türkiye bu süreçte hem hiçbir şey elde edemedi (bkz. Rasmussen pazarlığı) hem de Batı’da kendisi hakkında duyulan endişeleri mislisiyle artırdı.
* * *
Öte yanda, ülkemizde her ne hikmetse, ruhen Müslüman olduğunu kendisinden daha iyi bildiğimiz bir Obama imajı yaratıldı. Obama ile yeni bir dünya ve o dünyada yeni bir Türkiye algılaması doğacağını koskoca köşe yazarları rüyalarında gördüler, rüyalarını hayra yorduklarını da yedi düvele ilan ettiler.
Ancak, herkes Obama’nın "Ermeni meselesi"nde verilmiş sözleri olduğunu biliyor, Obama’yı bu konuda yumuşatmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.
Ermenistan ile yeni açılımın Türkiye ile ABD’yi yeniden kucaklaştırması bekleniyordu.
Ancak, yağmadı yağmur, esmedi rüzgár!
Obama gerçi "soykırım" demedi ama ABD tarihinde 24 Nisan’da hakkımızda en ağır terimleri kullanan Başkan oldu.
Şimdi bir bakıyoruz, Ermenistan’da hükümet, aşırı milliyetçi Ermeni Taşnak Partisi’nin, "Türkiye ile ilişkilerin normalleşme çabalarını protesto" etmesi nedeniyle dağılıyor, Azerbaycan doğalgaza zam istiyor, bize sırtını dönüyor.
Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak bu olsa gerek!
* * *
Sanırım, dış politikada hüner, eline yeni çay bardakları alırken eldeki bardakları kırmamaya dayanır.
Duruma bakın; AB ülkeleri bize her zamankinden soğuk, İran arabulucu rolümüzü katiyen istemiyor. Suriye, Hamas, Hizbullah "Türkiye konusunda" istihareye yattılar, en yakın müttefiklerimizden Azerbaycan bizden uzaklaştı, ne Ermenistan’a ne de ABD’ye yaranabildik!