DÜŞMANIM bir fare. Ufacık tefecik ama yine de bir fare. O sadece bir fındık faresi ama fare faredir. İnsan evinde bir fareyle yaşamak istemez.
Fare insanı kendi evinden bile soğutur. Kadınlar fare görünce hemen en yakındaki sandalyenin üzerine çıkarlar. Bunu anlarım. Neden eteklerini de yukarı çekerler, bunu anlayamam. Zahir, farenin de sandalyeye fırlayıp eteklerinden yukarı tırmanabileceğini hesaba katarlar.
* * *
Onunla ilk kez 10 gün önce karşılaştık. Önce ikimiz de şaşkınlıkla durakladık, olduğumuz yerde donakaldık. O an, onun benim düşmanım olduğu hükmünü verdim. Benden izinsiz evime giren benim düşmanımdır. Düşmanın hacmi önemli değildir. Düşman düşmandır. Madem o benim düşmanımdı, onu öldürmem lazımdı. Zafer benim olmalı, evimi düşman işgalinden kurtarmalıydım. Öldürmek amacıyla üzerine atak yaptım. O da canını kurtarmak için anında kaçmaya başladı. Şöminenin altındaki delikten içeri girdi. İlk muharebeyi kaybetmiştim. Çok ama çok sinirlendim. Ancak, hemen tedbiri aldım, içine kaçtığı deliği tıkadım. Artık, evimde beni rahatsız edemeyecekti.
* * *
İki gün sonra onu yine salonda dolaşırken görünce altüst oldum. Delik tıkalıydı ama o evdeydi. Yine kovaladım. Çok daha hırslıydım. Bu sefer de üçlü koltuğun altına kaçtı. Koltuğun minderlerini anında aşağı indirdim. Tek başıma kocaman koltuğu ters yatırdım. Yoktu. Herhalde koltuğun ulaşamadığım iç bölümlerine sığınmıştı. Fındık faresi bu, her yere sığar. Koltuk, sağ köşesi bana ait olan koltuktu. Hep orada oturur, oradan TV seyrederdim. Bir başkası yanlışlıkla yerime otursa kızar, kaldırırdım. Fare beni kendi evimde, üstelik kendi köşemde tedirgin etmişti. Artık can düşmanımdı. Önce koltuğa oturamadım, sonra bu duygum bana ağır bir mağlubiyetin kabulü gibi geldi. İnatla köşeme geçtim, oturdum. Ama, her an ortaya çıkabileceği duygusu da içime beter yerleşti. Oturduğum yerde bacaklarım kaşınmaya başladı. Pis farenin eve taşıdığı pireler, böcekler bana saldırıyordu. Kaşıntılarımın sanal olduğunu kabul etmem mümkün değildi.
Artık, ne köşemde rahatça oturabiliyordum, ne de yiğitliğe yoğurt sürdürmemek için köşemden kalkabiliyordum. Kaşına kaşına oturuyordum. Kendi evimde, kendi yuvamda huzurum kalmamıştı. Psikolojik savaşı minik fare kazanıyordu.
* * *
Beş, altı gün sonra onu bu sefer tuvalette gördüm. Beni görünce hemen klozetin altına kaçtı. Üzerine hamle bile yapamamıştım. Artık, ağız tadıyla tuvaletteki makamıma da oturamayacaktım. Çok ama çok sinirlendim. Fare yavaş yavaş evi teslim alıyordu. Onu iki gün üst üste tuvalette gördüm. Ancak bu kez, tuvaletin kapısını devamlı kapalı tutarak onu orada hapsetme fikri dudaklarıma "zafer yakın!" sırıtışını yerleştirdi.
Onuncu günün gecesi eve geç geldim. Doğrudan tuvalete girdim. İşte oradaydı. Duşun içine girmişti. Ama birden fark ettim. Çok açtı, değil koşacak, kıpırdayacak mecali kalmamıştı. İlk kez göz göze geldik. Çok ama çok korkmuştu. Gözleri faltaşı gibi yerinden fırlamıştı. Kıpırdayamıyor, yalvarır gibi gözlerime bakıyordu. Bir an durakladım. Ne yapacağımı bilemedim. Ancak, içimde bir ses "düşmanını öldür!" demeye başladı. Elime geçen sert bir cisimle saldırdım. Düşmanımı yok ettim.
* * *
Üç gündür ufacık farenin yalvaran tatlı gözleri peşimi bırakmıyor.
Kendi gözlerim, evin her yerinde onu arıyor!
(*) Yaz boyunca pazar günleri siyasetle uğraşmayacağım.