DENİLEBİLİR ki; Türkiye’nin seçimle iş başına gelmiş Hükümet’i uluslararası arenada istediği kararları alır, istediği dostlukları kurar, istediği çıpalamayı seçer.
Hatta, devingen bir dünyada çıpalamanın zaman zaman değişmesi elzemdir. Bu açıdan bakılınca, Türkiye’nin ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’dan ayrı düşünme, çıkarları gereği İran, Hamas, hatta Sudan’a sahip çıkma hakkı vardır. Bütün bunlar siyasi tercihlerdir, demokrasi platformunda “ücreti”ni ödemeye hazır her hükümet kendi tercihlerini kullanır. * * * Peki öyleyse, itirazım nedir? İtirazım şudur: Çıpanızı nereye bağlarsanız, bağlandığınız tarafın değer sistemlerini de alırsınız! Ben eksen kelimesi yerine çıpa kelimesini daha çok benimsiyorum. Belirli bir noktaya çıpalayan kayık o noktanın etrafında hareket de edebilir. Belirli bir merkeze çıpalayan ülkeler (örn: Batı’ya) diğer ülkeler etrafında da hareket edebilmelidir (örn: Ortadoğu’da). Çıpanızı Batı’ya bağlarsanız, ister istemez, Batı’nın değer sistemlerini de benimsemeye başlarsınız. Batı’yı seçtiğinizde insan hakları, bireysel özgürlükler, serbest piyasa ekonomisi velhasıl Batı’yı Batı yapan liberal-demokrat değerler sizin de umdeleriniz haline gelmeye başlar. Nitekim, Atatürk bağımsızlık savaşını emperyalist Batı’ya karşı vermiş ama Cumhuriyet’i kurarken “muasır medeniyet” olarak tarif ettiği Batı değerlerini ülkesi için hedef olarak seçmiştir. Çıpanızı Ortadoğu’ya bağlamaya kalktığınızda ise İran, Hamas, Sudan’a hayatiyet veren kavramlar; örneğin insan haklarına zerre kadar saygı duymamak, sivil insanlara roket atmak, muhalefeti hayasızca susturmak, birey haklarını hiçe saymak, soykırım yapmak, günahın bu dünyada cezalandırılması gerektiğini düşünmek açıkça savunmasanız da karşı çıkamayacağınız değerler haline gelmeye başlar. Batı’nın en yüksek değeri olan “hukukun üstünlüğü” güçlünün üstünlüğü, hatta iktidardakinin üstünlüğü kavramlarına dönüşür. İran’da muhalefete yapılanlara göz yumar, seçim hilelerini görmezden gelir, Hamas tarafından 2001-2009 yılları arasında İsrail’deki sivillerin üstüne 8000 roket ve havan topu atıldığını, intihar saldırıları yoluyla yaklaşık 500 İsrailli sivilin öldürüldüğünü (Erdal Güven-Radikal, 10.6. 2010) hiç hatırlamaz, Sudan’daki soykırımı “Müslüman soykırım yapmaz” diyerek inkâr edersiniz. Giderek, kendi ülkende de muhalefeti edepsizce susturmak, medyayı ezmek, tüm yargıyı kendi sultan altına almak, bir dinin değerlerini diğerlerinin çok üstüne çıkarmak, hukukun birliğinden vaz geçmek, kısacası hukukun üstünlüğü prensibini ayaklar altına almak vaka-ı adiye haline gelir. * * * Kimileri tersini de savunabilir ve diyebilirler ki: “Esasında içeride yaşanan değerler sapması dışarıda çıpalama sapmasına neden oluyor.” Belki de onlar haklıdır. Türkiye Anayasa Mahkemesi kararlarını hiçe saymayı teklif eden Anayasa Mahkemesi raportörlerine veya Anayasa Mahkemesi’ne nasıl karar vermesi gerektiğini vazeden Anayasa profesörlerine sahip olduğu için mi çıpasının yönünü değiştiriyor, yoksa çıpasının yönü değiştiği için mi raportörlerin, profesörlerin iç yüzü ortaya çıkıyor, bu ikilem tartışma götürür. “Türk Arapsız yaşayamaz” veya “Kudüs’ün kaderi İstanbul’un kaderinden ayrı değildir” dendiğinde hamaset nutukları atanların çıpayı açıkça Ortadoğu’ya bağladıkları, bunu ilan edenlere ne kadar kızarlarsa kızsınlar, inkar edilemez hale geliyor. Türkiye’nin çıpası değil, beteri dünyevi kıblesi kayıyor!