Paylaş
Dizinin hemen başında uyarıldık: “İzleyeceğiniz eser biyografi değildir. Tarihi şahsiyetlere bir saygı niteliği taşımaktadır (...) yürüdükleri yolda hissettiklerine ayna tutmak amaçlanmıştır” diye.
Bu 90 dakikada karşılaşacaklarınızdan belgesel beklemeyin. “Gerçeği anlatma derdinde değiliz”, diyorlardı yani. Sonuçta Adnan isimli bir insandan değil, Menderes efsanesinden bahsedilecekti. İlk dakikada hatırlatıldı ki aman şurası gerçeğe aykırı, bundan niye bahsetmediniz diye dırdır etmeyelim.
Zaten ‘Ben Onu Çok Sevdim’in gerçeğe uygunluğu değil, tam da bu uyarıda gizli sıkıntı: ‘Tarihi şahsiyetlere saygı’ derdi, ‘yürüdükleri yolda’ ibaresi...
O yolda son yürüyen Recep Tayyip Erdoğan’ın aynı şekilde pek biyografik olmayan hayatını da yakın zamanda ekranda izledik, daha doğrusu dinledik diyelim. Henüz ilkokulda ‘hoca’ lakabını almıştı, arabasının bagajında oyuncak taşımayı ihmal etmeyen şefkatli bir babaydı, sert mizacının altında merhametliydi, milletinin hizmetkârıydı, bir yandan da o milletin tam kalbinden çıkıp gelen bir ‘delikanlıydı’, düzeni değiştiren ‘Usta’nın hikâyesi bize bir kahramanın portresini çizdi.
Kahramanları çok seviyoruz malum. Kendi korkaklığımız içinde bir kahramanın peşine takılmanın kolaycılığına ya da onları devirdiğimizi sanmanın yalancı özgürlüğüne muhtacız. Tüm baskıcı rejimler de kahraman yaratmaya bayılıyor. Dağınık özgür ruhları değil, bir liderin peşine takılan sürüleri yeğliyorlar. Biz de şikâyetçi değiliz. Kendi ezikliğimizi bir kahramanın gölgesine gizliyoruz.
‘Ben Onu Çok Sevdim’ de kahraman kodlarının makine gibi işlediği bir hikâye. Mehmet Aslantuğ’un canlandırdığı Adnan Menderes’in tarihi gerçeklere ne kadar uygun ekrana taşındığını tartışmaya bile gerek yok. O her ‘büyük usta’ gibi tek boyutlu, gizemli, insani davranışları, rastlantısallığı minimum seviyede. Ancak tek bir zaafla biz ölümlülerin katına iniyor. Bu durumda bu zaaf da gönlüne söz geçirememek.
Onun dışında film yıldızı gibi imza dağıtan bir yakışıklı, yağmurda ıslanan romantik bir âşık, şefkatli bir baba ama o şefkat gösterdiği üç oğlunu gözünü kırpmadan şehit olmaya gönderebilecek bir vatanperver!
Öte yandan tam bir sinsi ihtiyar portresinde karşımıza çıkan İsmet İnönü’nün, hırçınlıkları, tutuculuğu karşısında başı dik, beyefendiliğini asla bozmadan direnen güçlü lider. ‘Ne Bayar’ın, ne İnönü’nün, milletin ilk başvekili!’
Mehmet Aslantuğ’un karşısına Üvey Baba’dan miras unutulmaz kötülüğüyle İnönü rolünde Şemsi İnkaya’yı yerleştirmek, ‘son padişahı devirme planları’ kadar hınzırca bence.
Sonuç olarak, son zamanlarda televizyon için yapılmış en iyi sanat yönetmenliği (kostümlerin muhteşemliğine, kristal şekerlikten ev bitkilerine kadar özenle seçilen prop’lara söylenecek söz yok) bir yana, bugünle ‘yürünen yol’ üzerinden metonimik bağ kuran bir propaganda eseriyle karşı karşıyayız. İlk icraatı ezanı Arapçaya dönüştürmek olan, Milli Şef’in karşısında durabilen tek adamın destanı ‘Usta’nın Hikâyesi’ne uzanıyor. Muktedirden kahraman yaratmak, iktidarın kahramanlarına tapmak en büyük zaafımız. Ama bu zaaf da başlıktaki, Gündüz Vassaf sözünü hatırlatıyor ancak.
Paylaş