Barcelona’nın Fransız golcüsü Henry, Fener’e hayır dememiş, Sabah’ın spor sayfası dün bu manşetle çıktı.
Bu "özel haber"i Sabah’ın yapma yöntemi ise mutlaka gazetecilik okullarında okutulmalı.
"Sakın böyle özel haber yapmaya kalkmayın" diye...
Henry’e sormuşlar;
"Fenerbahçe için adın geçiyor bu konuda ne diyorsun" diye...
Henry şöyle yanıt vermiş, Sabah’tan aynen aktarıyorum;
"Bana ulaşmış bir teklif yok. Ama menajerime birçok teklif geliyor. Şu an benim tek düşüncem Barcelona’nın başarısı için çalışmak.
Ama gelecek sezon ne olacağı belli olmaz. Futbolda yarın ne olacağını bilemezsiniz".
Görüldüğü üzere adamın verdiği yanıtta Fener’le ilgili en ufak bir şey yok.
Yani Hanry’ye, "Sivasspor için adın geçiyor ne diyorsun" dense de aynı yanıtı verecek, Milan ya da Manchester sorulsa da...
Adamın transferlerle ilgili genel bakış açısı bu.
Ama yok!
Sabah spora bu yanıt bile yetmiş.
Henry’nin ağzından "Hayır" ya da "Türkiye’ye gelmeyi düşünmüyorum" lafı çıkmadığı için düz mantıkla yaklaşmışlar, buradan hareketle de "Henry Fener’e hayır demedi" başlığını atmışlar.
İşin daha da beteri, bu soruyu soran Sabah bile değil.
Sabah muhabiri El Mundo gazetesindeki arkadaşını aramış, İspanyol muhabir antrenmanda Henry’yi bulmuş, soruyu aktarmış, yanıtı alıp bizimkilere iletmiş.
El Mundo muhabirinin soruyu gerçekten sorup sormadığından bile şüpheliyim ben.
Peki Sabah’ın kardeş gazetesi Takvim bu haberi alıp ne yapmış.
Sabah’ın "Henry hayır demedi" haberini, "Henry’den yeşil ışık" diye vermiş, hatta Takvim bir adım daha öteye gitmiş, Henry’nin "Hiçbir şey belli olmaz. Fener’e gidebilirim" dediğini yazmış.
Kulaktan dolma, zorlama habercilik ancak bu kadar yapılır herhalde.
Şimdi Sabah’ın spor müdürü sevgili Serdar’a (Çelikler) sorsam (bakın başkasına da sordurmuyorum);
"La Gazzetta Dello Sport’un yayın yönetmenliği için adın geçiyor" diye.
Sen de bana, "Bana ulaşmış bir teklif yok. Ben şimdi Sabah’ın başarısı için uğraşıyorum" yanıtını versen...
Ben de başlığı çaksam; "Serdar, Dello Sport’a hayır demedi" diye...
İşte bu haber ne kadar gerçeği yansıtırsa, dün manşete koyduğun, Takvim’in de gaza gelip iyice suyunu çıkardığı Henry haberi de o kadar gerçeği yansıtıyor.
Salih Kalyon: Tolga kısa yoldan köşe dönmek istedi
Yokluğu paylaşmak kolaydır, önemli olan zenginliği paylaşmaktır.
Her şey de geçerlidir bu, dostluklarda, iş hayatında, aşkta, ortaklıklarda, sanatta, insan ilişkisinin olduğu her yerde.
Komedi Dükkanı’nında da aynısı oldu, yokluğu ve zor günleri paylaşan taraflar, iş TRT’ye transfer olunca başarıyı ve ganimeti bölüşemedi.
Salih Kalyon ayrıldı programdan, Tolga Çevik tek başına devam edecek.
Usta oyuncu Salih Kalyon’la dertleştik bu ayrılık üzerine biraz... "Tolga’ya kırgın değilim, yolu açık olsun" dedi ama söyledikleri kulak arkası edilecek gibi değil:
Bugüne kadar sözleşmesiz yaptık bu işi, ’TV8’den para alamıyoruz’ dediler, nasıl olsa bitecek diye devam ettik bu işe.
TRT’ye geçince de tek taraflı bir sözleşme dayattı Plato Film bize, ben buna itiraz ettim. Bu işi başından beri birlikte planlamamıza, oturup 1,5 ay kafa patlatmamıza rağmen bir süre sonra Tolga dükkanın sahibi benim demeye başladı.
7. bölümde benim haberim olmadan "Konsept sahibi" diye kendi adını yazdırdı programa. "Tolga’cım hayırlı olsun konsepti sen bulmuşsun" deyince de, "Plato’ya mı bıraksaydık abi üzerime aldım" dedi. Daha sonra her yerde bunu söylemeye başladı.
Son olarak Elele Dergisi’ne söyledi. Madem dükkanın sahibi o güle güle kullansın, bu yaştan sonra da ben dükkanda çırak olamam.
Biz kollektif tiyatro kültüründen geldik, ben yerine biz deriz ama şimdiki gençler öyle değil.
Tolga da Özal dönemi gençliği, kafayı kullanıp, kısa yoldan köşeyi dönmek istiyor.
Biz onlara örnek abi olamadık. Zaten bir süredir aramızdaki diyalog kopmuştu, sekreterler aracılığıyla haberleşiyorduk, "Salih abi ne yapıyoruz, oturup çay içelim" diyen Tolga yoktu ortada.
O tek başına olmak istiyordu, şimdi tek başına kaldı, yolu açık olsun...
Ben sevdim
Oscar’lı "İhtiyarlara Yer Yok" sevilecek film mi değil mi tartışması devam ederken önceki akşam filmi izledim.
Coen kardeşlerin sinemasını severim, bu fimi de seveceğim diye önyargıyla gittim.
Öyle de oldu, sevdim.
Fotoğraflar, oyunculuklar, Coen’lerin şiddet dozu yine filmde layıkıyla yer almıştı.
Karakterler ve sahneler üzerindeki ince işçiliği sevdim en çok da... Kasiyerle katilin yazı tura atıp diyaloga girdikleri sahne gibi... Altan alta süren Coen gerilimi de cabası..
Ama tüm bunları alıp götürüb ve belki de "İhtiyarlara Yer Yok"a "İyi film değil" dedirten tek bir şey var...
Uzunluğu...
Filmin ve bazı gereksiz sahnelerin uzunluğu bir süre sonra filmden kopartıyor izleyiciyi.
Benim gibi "sevmek için" gitmeyenlere neden zor ve sevimsiz bir film geldiğini anlıyorum...