O polisleri savunacağım

Tokat Erbaa’da iki trafik polisi dur ihtarına uymayan araçtan indirdikleri gence karşı orantısız güç kullandığı iddiası var.

Haberin Devamı


Gece yarısı uzaktan çekilmiş görüntüler var elimizde...
Polislerin bağırdığı, küfrettiği, yere yatırmaya çalıştıkları gence tekme attıkları anlaşılıyor...
Sosyal medyada polislerin orantısız güç kullandıkları üzerine yoğun tepki oluşunca Tokat Valiliği polislerin görevden alındığını ve yasal işlem başlatıldığını açıkladı...
İzninizle o polis memurlarını savunacağım şimdi... Çünkü büyük haksızlık yapıldığına inanıyorum, neden mi...
Bu olay Amerika’da olsaydı o genç, şu an yaşamıyordu...
Kötü olayı elbette kötü örnekle izah etmek doğru değil, Amerikan polisinin de nice yargısız insaf yaptığına çok şahit olduk...
Ancak dünyanın neresinden olursa olsun böyle bir olayda tartışılacak en son şey polisin orantısız güç kullanması olur.
1- Sürücü alkollü...
2- Araç çalıntı ya da sürücü üzerine kayıtlı değil...
3- Dur ihtarına uymuyor...
4- Polis araçla takip ediyor...
5- Kaçan sürücüyü ancak otomobilin lastiklerine ateş ederek durduruyorlar...
Kendinizi o iki polisin yerine koyun...
Tüm bu kaçıp kovalamacayı yaşadıktan sonra araçtan indirdiğiniz şahsa nasıl davranırsınız?
“Buyurun şöyle yere uzanın size kelepçe takacağız” diye ricacı mı olursunuz, yoksa üzerine mi çullanırsınız?
Ne malum polisin durdurmaya çalıştığı sürücünün bir DEAŞ üyesi olmadığı?
Ne malum bomba yüklü bir araçla terör eylemi yapmaya hazırlanmadığı?
Terörden en çok çeken ülkelerden biri olarak polisin attığı bir tekmeyi gerekçe göstererek iki memuru nasıl açığa alırsınız?
Ben bunu dün televizyonda söyleyince, “İnşallah senin de başına gelir de görürsün” dediler... Unutmayın kırmızı ışıkta geçen ya da hatalı sollama yapan bir vatandaşı yere yatırıp bu ‘şiddeti’ uygulamıyor o polisler...
Polisten kaçan, ateş açılmasına rağmen durmayan, yasadışı her işi yapan birine yapıyorlar bunu.
Elbette yargısız infazı, orantısız gücü savunacak değiliz... Ama sosyal medya lincine kapılıp, üç otuz kuruşa kelle koltukta görev yapan polisleri de biraz anlamaya çalışın.
Polisin gence şiddet uyguladığını söylerken sizler de asıl şiddeti polise uygulamayın...
Tokat Valiliği sosyal medyanın gazına gelmemeli, görevden aldığı iki polisi soruşturmanın ardından göreve iade etmeli...

Magazin dili

Haberin Devamı

Bu köşede magazinci arkadaşları, muhabirleri çok kez savundum, onların haklarını aradım.
Ama şimdi anlatacağım iki örnekte olduğu gibi yeri geldiğinde de eleştirdim.
İlk olay, Burcu Esmersoy’la Tamer Karadağlı’nın bir benzincideki görüntüleri...
Dün Kelebek, çok iyi bir gazetecilik yaptı, iki ünlünün Sinan Çetin’in Netflix için çektiği dizi için Afyon’a gittiğini yazdı.
Yine setten fotoğraflarla yapılan haberden öğreniyoruz ki, çekimler gündüz yapılmış, gece de prodüksiyonun arabasıyla İstanbul’a dönmüşler.
Sapanca’da benzin almak için mola vermişler falan...
Aynı haberde Tamer Karadağlı’nın haklı bir isyanı da var.
Şöyle diyor Karadağlı: “Suç işliyorlar. Bunun neresi yasak aşk? Burcu Hanım da evli değil ben de, yasak olan ne? Sinirlenmiyorum ama haberlerin üslubuna takılabiliyorum.”
Aslında Karadağlı’nın “Sinirlenmiyorum ama üsluba takılıyorum” cümlesi her şeyi özetliyor.
Hâlâ bu dille yapılan haberler var, gerçekten üzücü.
Evet ben de haberi yapan arkadaşlara soruyorum, burada yasak olan ne...
İkinci konumuz Nusret ve garsonları arasındaki dava süreci.
Bana ekrandan “Cengiz Nusret’le konuşmuş ve Nusret bütün iddiaları yalanlamış” diye çemkiriyorlar.
Onlara gazeteciliğin ilk kuralını hatırlatıyorum, 5N1K’yı...
Bir haftadır niyeyse ismini vermek istemeyen garsonları tek tek telefona bağlayıp konuşturuyorsunuz.
Ya hadi sizi geçtim, ekibinizden biri de çıkıp “Bir de Nusret’e sorsak” demiyor mu.
Hadi siz yapmıyorsunuz, “Garsonların bahşişini aldı mı” diye merak edip Nusret’e soran benim gibilere tahammül edin bari.
Kaldı ki Nusret’in bana söylediğini konuştuğunuz garsonlar da teyit etti, ödenen cezanın bahşişlerle ilgili olmadığı dile getirdiler.
Nusret’in işe iade davasından ceza aldığı, bahşiş davasının da sürdüğünü söylüyor o garsonlar.

Avokado aşkı

Haberin Devamı

Benim avokadoyla ilk tanışmam 1997 yılıydı...
Unutmam mümkün değil çünkü Londra’ya gitmiştim ve bir İngiliz ailesine akşam yemeğine konuk olmuştum.
Başlangıç olarak yarım kesilmiş bir avokado gelmişti herkesin önüne...
Şaşırmıştım çünkü
koca masada küçük
tabakların içinde duran bu yeşil yiyeceği ilk kez görüyor ve nasıl yendiğini bile bilmiyordum...
Tamam rahmetli Özal Türkiye’yi çikita muzla tanıştırmıştı ama avokado o yıllarda Türkiye’ye gelen bir meyve değildi henüz...
Ya da geliyorsa bile bizim haberimiz yoktu, eve girmemişti.
97’den sonra yurtdışına her çıktığımda fırsatım oldukça tadına baktım hep...
Ama avokadoyla asıl büyük aşkım son 10 yılda, Türkiye’ye gelmeye, hatta burada üretilmeye başladıktan sonra başladı...
Hele son 5 yıldır falan avokadosuz günüm geçmiyor.
Sabah kahvaltıda, öğle yemeğinde ya da akşam yemeğinde her öğün yiyebilirim...
Her gün de illa bir öğünüm de yer alıyor...
İster püre haline getir, sarımsaklı ye, ister dilimle, ister ikiye böl kaşıkla, her hali bu kadar mı lezzetli bir yiyecek olur...
Son yıllarda kafe ve restoranlarda kendine hak ettiği yeri fazlasıyla buluyor.
Hatta Nişantaşı’nda Avokado Bar’ı bile var...
İtiraf ediyorum ben bir avokado aşığıyım...
Ama ne çok olgun olacak ne de ham...
Tam ortasını bulmak şartıyla...
Avokadonun bu yükselişini mutlulukla izliyorum...

Yazarın Tüm Yazıları