Muz kabuğuna basanlar

Nedim Saban, Sadri Alışık Ödül Töreni’nde elinde bir muzla sahneye çıktı ve "Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni yıkanlar inşallah bu muza basıp kayarlar" dedi...

İktidarların ya da salon basanların muza basıp düşmesini beklemek tipik bir tiyatrocu hastalığıdır.

Protesto gösterileri bile cılız oldu, sesleri gür çıkmadı, Muhsin Ertuğrul’un yıkılmaması için ortalığı ayağa kaldıramadılar.

Çünkü birbirlerini sevmezler.

Birinin ak dediğine diğeri kara der, rakı masasında Çiçek Bar’da Türkiye’yi kurtarırılar, tıpkı Muhsin Ertuğrul’u kurtardıkları gibi...

Sonra Nedim Saban’ın naif protestosunu çılgınca alkışlarlar.

Eminim aralarında Nedim’in rol çaldığını ve gecenin yıldızlığına oynadığını düşünüp alkışlamayanlar da az değildir.

Tiyatro camiası böyledir.

Muz kabuğuna basıp düşenler hep kendileridir.

Ben Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun iyi olduğunu hiç düşünmedim, yerine iyi bir tiyatro ve kültür kompleksi yapılmasını savundum.

Ancak Kongre Vadisi’nin planlarını görünce bu fikrim değişmişti.

Tek yeşilin olmadığı, beton yığını bir vadi kuruyorlar İstanbul’un göbeğine...

Korkarım Muhsin Ertuğrul’u arar hale geleceğiz.

İkinci köprü pazartesi günü felç durumundaydı, gündüz saatinde Alibeyköy’e kadar uzanan araç trafiği akşam saatlerinde daha da uzadı.

Neden?

Nakit ödeme gişelerinin kapandığı ve köprüden sadece OGS ve KGS ile geçişin yapıldığı ilk gündü bu...

Yetkililer günlerce uyardı, gazeteler, televizyonlar bangır bangır söyledi, radyolar sürekli uyardı ama yok...

KGS ve OGS’si olmayan sürücüler gişelere dayanıp büyük kargaşa yarattılar.

Hep yetkilileri eleştiriyoruz ama suçu kendimizde aramamız gerekmiyor mu?

Bir OGS almak bu kadar mı zor?

Hadi gazete okumadın, TV izlemedin, arabanın radyosunu aç öğren bari artık para ödeyerek köprüden geçilmeyeceğini...

Sadece bir günle bitse yine iyi.

Bu umursamazlığın bedelini kaç hafta daha ödeyeceğiz bakalım ikinci köprüde.

Yarın sabah Taksim...

Her sabah Taksim meydanından geçerek işe giderim, nedense yağmurlu havalarda sabah erken saatte daha güzel gelir bana meydan.

Ağır bir gecenin bütün yorgunluğundan yıkanıyor gibidir...

Yarın sabah mecburen güzergahı değiştireceğim, 1 Mayıs olduğu için.

Üstelik bu sefer meydanın üzerindeki hava daha sert esiyor.

Herkes bile bile 24 saat sonrası bir çatışma ortamına sürükleniyor.

En sağduyulu olması gereken Vali bile "Taksim’e gelen gruplara güç kullanırız, dağıtırız" açıklaması yapıyor.

Vali bu kadar sertleşirse polisi ne yapmaz...

Yarın polisin kontrolsüz bir güç uygulaması sonrası can kaybı yaşarsak bunun sorumlusu kim olacak?

Geçen yıl bütün yollar kesilmiş, Boğaz Köprüsü’nde bile trafik tek şeride indirilerek araçlar tek tek kontrol edilmişti.

Feribotlar durdurulmuş, vapurdan inenlerin üzerleri aranmıştı.

İnsanların kapalı yollar nedeniyle kilometrelerce yürümek zorunda kaldığı İstanbul koskoca bir açıkhava hapishanesi gibiydi.

Tüm bu karşılıklı gerilimlerden dolayı yarın sabah Taksim keyifsiz olacak.

Umarım 2 Mayıs sabahı meydanda yaşanmış tatsız olayların üzerinden geçmek zorunda kalmayız.

Hepimizin belleğinde yeterince tatsız hatırası var zaten Taksim’in...

Böyle amca olmaz olsun

Vakit yazarı Hüseyin Üzmez’e "Hüseyin Amca" diye hitap etmemi eleştirdi bazı okurlar.

Bu hitabın, 78 yaşındaki adamın 14 yaşındaki kız çocuğuna musalat olmasını sempatik gösterdiğini söylüyorlar.

Yuh artık, daha neler!

Bu sapıklığın nesini hoş karşılayıp, nesini hoş göstermeye çalışabilirim.

"Hüseyin Amca" hitabında eleştiri vardı; bırakın 14 yaşındaki çocuğu benim için bile ne kadar yaşlı başlı bir adam olduğunu anlatmak için kulanılmıştı.

Yoksa öyle bir amcayı Allah düşmanıma vermesin...

Bu arada Hüseyin Üzmez’e cezaevinde dinlemesi için gönderdiğim şarkı Ceza’ya değil, Sagopa Kajmer’e aitmiş.

Ceza sadece Sagopa’yla düet yapıyormuş o şarkıda...

30 bin Euro’luk mangal

Longtable’ın yemeklerini tattık önceki akşam, şu kadarını söyleyeyim kısa sürede et konusunda şehirde haklı bir üne kavuşacaktır burası.

Mutfağa girdim sonra, nasıl pişirildiğini öğrendim bu kadar lezzetli etlerin.

30 bin Euro’luk bir fırının marifeti bu...

Hani modern mangal tarzı bir şey.

Portekiz’den getirilmiş, içine odunlar sabahtan atılıyor ve akşama kadar yanıyor bu fırın ve ısı 250-300 dereceye kadar yükseliyor.

Fırına atılan et daha suyunu salmaya fırsat bulamadan, odun ateşinde çok hızlı bir şekilde pişiyor.

Lezzetin sırrı buymuş.

Etler o kadar lezzetliydi ki, masadan bir türlü ayrılamayan Saba Tümer o gece Habertürk’teki canlı yayınını kaçıracaktı neredeyse...

Longtable’ın etlerinin ününü yakın zamanda eminim duyarsınız...
Yazarın Tüm Yazıları