Paylaş
Ben Venedik’ten gelirken, Erman Toroğlu ıstanbul’dan geliyormuş. Münih-Hamburg aktarmasında aynı uçakta tesadüfen buluştuk.
Aynı uçakla maça gelen bir Türk çıkmasa, onun arkadaşları bizi havaalanından alıp stada yetiştirmese maçı kaçıracağız zaten.
Toroğlu’nun Avrupa’da da popülaritesi çok yüksek.
“Hocam biz seni götürürüz, hocam akşam yemek ısmarlayalım” diye her gören boynuna sarılıyor.
Uçaktan iner inmez de stada yetiştirdiler bizi...
Baktım bizim Ateş (ınce) kapıda bekliyor.
Girdik, maç başladı.
Maçtan sonra da Hamburg’u gezdik tabii. Bir liman kenti olduğu için St. Pauli bölgesi tam bir batakhane...
Amsterdam’daki Red Light District gibi ama orası gibi turistik değil, burası daha çok erkek...
Arka sokakta barlar, köşe başlarında kadınlar...
İçlerinde Türkler de var...
Daha karanlık köşelerinde travestiler, ilginçtir üç-beş tane gördük ve hepsi Türkçe konuşuyordu.
St. Pauli’nin normal barları da, sokakları da iç açıcı gelmedi bize...
15 dakikada uzadık oradan. Sabah ünlü balık pazarını görmeye fırsat bulursak, aklımızda sadece batakhanesiyle kalmayacak Hamburg...
Bülent Hocam şu takıma seyirciyi selamlamayı öğret
Bordeaux maçından sonra da yazdım, Skibbe okumamıştır ama bu yazıyı Bülent Korkmaz okur...
Gurbetçi taraftarlar her maçta Galatasaray’ı başından sonuna kadar destekliyor.
Bunun için Avrupa’nın çeşitli kentlerinden kilometrelerce yol kat edip maça geliyorlar.
Maçtan sonra tek istedikleri ise takımın gelip kendilerine sıcak bir selam vermesi.
Avrupa’daki maçları taraftarın arasında izlediğim için bunu iyi biliyorum.
Bordeaux’daki maçtan sonra takım seyirciye sırtını dönüp gitti, “Arda, Arda” diye çırpınan genç gurbetçi kızlar seslerini duymayan futbolculara kırıldılar.
Aynısı Hamburg maçında da oldu.
Takım maç sonrası 90 dakika susmayan seyirciye sırtını dönüp gitti.
Bir tek uzaktan seyirciyi alkışlayan Kewell oldu, zaten seyirci de “Harry Kewell” diye bir tek ona tempo tuttu.
İnşallah Bordeaux’yu da geçeceğiz. Bir sonraki Avrupa deplasmanında takımı seyirciye götür Bülent Hocam... Sizin için ufak bir jest ama gurbetçi seyirci için büyük mutluluk.
Büyük otel mi, butik otel mi?
Geçen hafta çok ilginç bir otel zinciriyle tanıştım ıtalya’da; Baglioni...
Birkaç yıl önce tesadüfen Roma’dakinde kalmıştım, bu sefer Milano ve Venedik’tekini görme fırsatım oldu.
Butik otelleri, dev otel zincirlerinden daha çok sevdiğimi fark ettim.
İkisi arasında şöyle bir fark var:
Büyük otel zincirlerinde size ait bir şey yok, butik oteller ise daha sıcak.
Sanki o odada, o lobide daha çok size yakın bir şeyler var. Sanki büyük oteller sürekli sirkülasyonun olduğu, butik oteller ise insanların gelip yerleştiği yerler gibi...
İlki gerçekten otel, diğeri daha evinize yakın...
Hele Baglioni gibi yüz yıllık binaları alıp işleten bir yerde bunu daha çok hissediyorsunuz.
Milano’dakinin önemli bir özelliği var; sigara yasağının olduğu Milano’da Armani ve Bulgari Cafe’yle birlikte sigara içilebilen üç-dört bardan biri bu otelde.
O yüzden her gece birileri geç saate kadar Baglioni’nin barında.
İtalya dışında Fransa ve Londra’da var bu butik otel zinciri. Bu yıl Budapeşte’de de bir tane açıyorlar.
Adamların en çok istedikleri şey ise ıstanbul’da bir butik otel açmakmış.
Bu yüzden Boğaz’da bir süredir otel yapmak için bir yalı arıyormuş Baglioni ailesi...
“2010’da zincirin bir halkasını ıstanbul’da kuracağız” diyorlar.
Bana butik otelleri daha bir sevdiren yer oldu Baglioni...
Rakı reklamı
Burgaz ve Ata Rakı’nın reklamlarının durdurulduğu ve 60 bin lira para cezası verildiği haberleri çıkmıştı gazetelerde.
Ben de bunun üzerine yazmıştım hafta içinde.
Burgaz ve Ata Rakı’nın yetkilileri arayarak böyle bir durdurma kararı ve para cezasının olmadığını belirttiler.
Öyleyse ben de aktarayım dedim...
Güldünya DVD’si...
Hafta başında yapılan Güldünya konserine gidemeyen okurlar, bu konserin DVD’sinin çıkıp çıkmayacağını soruyor.
Bence de çıkmalı.
Hem böyle müthiş bir konseri arşivimize eklemiş, hem de satış geliriyle Aile ıçi şiddete Son kampanyasına katkıda bulunmuş oluruz...
Paylaş