Geçtiğimiz hafta üç günümü kitapçılarda bir kitabı aramakla geçirdim. İnternetten sipariş vermek istemedim, üç gün sonra teslimat yaptıkları için, kitapçıdan almanın daha hızlı bir yol olacağını düşündüm.
Bir-iki D&R’a gittim yok, “İstiklâl’deki kitapçılarda bulamazsam hiçbir yerde bulamam” diyerek İstiklâl’i gezdim, yine yok... Hepsinde aynı yanıt; “Elimizde kalmamış”. Bulamadıkça kitaba daha çok sardım, son çare olarak yayınevi Epsilon’u aradım. Sağ olsunlar iki saat sonra getirdiler.Aradığım kitap, Amerika’da en çok satanlar listesinde geçtiğimiz hafta Dan Brown’ın “The Lost Symbol”inden sonra ikinci sıradaydı; “The Time Traveller’s Wife”... “Zaman Yolcusunun Karısı” adıyla Türkçe’ye çevrilmiş ve ilk baskısı 2005’te yapılmış. Ama bizde gözden kaçmış ve hak ettiği ilgiyi görmemiş. Kitabı neden takıntı haline getirdiğime gelince... 14 Ağustos’ta Amerika’da kitaptan aynı adla uyarlanan film vizyona girdi, önümüzdeki ay bizde de gösterilecek... Artık iyi aşk romanları yazılmadığı söylenir ya, “Zaman Yolcusunun Karısı” bu yargıyı yerle bir eden bir kitap işte...Yazar Audrey Niffenegger’in ilk romanı bu, bastırmak için yıllarca yayınevi yayınevi dolaşmış, bütün kapılar suratına kapanmış. Sonunda kitabını 2003’te bastırmayı başarmış. O kadar etkili olmuş ki, sonunda Robert Schwentke tarafından filme çekildi işte... Eric Bana ve Rachel McAdams’ın başrollerini oynadığı filmin nasıl olduğunu bilmiyorum, onu önümüzdeki ay göreceğiz ama kitap için şu kadarını söyleyeyim; ağlaya ağlaya bitireceğiniz bir aşk romanı! İnsan aşık olduğu kadının her yaşını yaşar mı? İşte kitapta Henry, büyük bir aşkla sevdiği Clare’in 6 yaşından 35 yaşına kadar olan her halini yaşıyor. Çünkü o bir zaman yolcusu... Audrey Niffenegger öyle bir teknikle anlatıyor ki kitabını, hem Clare’in hem de Henry’nin gözünden bu büyük aşkı okuyorsunuz. Zaman yolcusu deyince kitaptan soğuyacaklara da şunu belirteyim; bilimkurgu ve romantizm bu kadar mı iyi iç içe geçirilir! Niffenegger hem de ilk kitabında bunu yapmış işte... 533’ün sayfalık kitabın en büyük handikabı, bazı bölümleri yazar gereksiz yere uzatmış olması. Çok rahat 300 sayfalık bir kitap olabilir ve asıl o zaman tadından yenmezmiş. Okuyana “Böyle bir aşk hikâyesi nasıl olur” dedirten “Zaman Yolcusunun Karısı”nı özellikle kadın okurlara hararetle tavsiye ederim. İlk başta sıkıcı gibi gelse de giderek açılan, ikinci bölümden sonra elinizden düşüremeyeceğiniz, son 50 sayfasını zırıl zırıl ağlayarak okuyacağınız bir kitap... İtiraf edeyim, gözlerim yaşararak okuduğum ilk kitap oldu “Zaman Yolcusunun Karısı”... Benim gibi kitabı bulmakta zorlanmayacaksınız da... Epsilon, film vizyona girmeden yeni baskısını yaptı kitabın.
Alaçatı’yla Bodrum kıyaslanamaz
İnsanların el ayak çektiği bir eylül gecesinde Türkbükü’nün ıssız koyuna karşı gecenin ilerleyen saatinde İrfan Kuriş’le sohbet ediyoruz. Bodrum’u 69’dan bu yana yaşayan biri İrfan Kuriş... Maki’yi yapan, çeşitli projelere imza atan, işletmeler hayata geçiren, şimdi de Kuum Otel’in başında olan 61 yaşında bir isim. Eskileri anlatacak birini bulmaya göreyim, sorarım da sorarım... Klasik soruyu sordum “Bodrum bitti mi” diye, “Asıl yeni başlıyor” dedi. Yapılaşmanın sanıldığı kadar kötü olmadığını, Türkbükü’nün bugünkü halinin 70’lerdeki halinden çok daha iyi olduğunu söyledi. “70’lerde burada kimseler yoktu. O halindense, insanların yaşadığı, hayatın aktığı bugünkü hali çok daha iyi” dedi. Kuriş’e göre Çeşme’yle hele hele Alaçatı’yla Bodrum’u kıyaslamak şaka gibi. “Alaçatı dediğin, iki sokaktan ibaret. Çeşme’nin yüzölçümü, Bodrum’un yanında cüce kalır. Burası koskoca bir yarımada. Bütün yapılaşmaya rağmen hâlâ bakir yığınla yeri var. Denizi dünya çapında, Alaçatı’da otelden çıkıp denize giremezsin” dedi. Anladım ki bir Bodrum aşığıyla konuşuyorum ama söylediklerinde haksız değil... Eylül, Bodrum’da bir başka güzel. Sonra İstanbul’un gece hayatına girdik Kuriş’le; Anadolu Saz’ı, Gondola’yı, Reşat’ı, Otağ’ı anlattı... Bugünün Reina’ları, Anjelique’lerinin 70’lerdeki muadilleri... Halen Asmalımescit’telki Flamm’ın sahibi İrfan Kuriş ama anlattığı hikâyeler sabaha kadar dinlenecek türden. “Gel,” dedim “İstanbul’un 50 yıllık gece hayatını anlat bana, kitap yapalım bunu”... “Ben yazamam, o senin işin. Sadece anlatmakla bitecekse, kabul” dedi... İstanbul’un 50 yıllık gece hayatını yazmaya karar verdim o gece.
No Reservation
Anthony Bourdain’i televizyonda yayınlanan programından önce “Mutfak Sırları” adlı kitabıyla tanımıştım. Oğlak Yayınları’ndan yayınlanan kitap müthişti. Mutfak yolculuğunu esrar satıcıları, oğlancılık, uyuşturucu, seks maceralarıyla birlikte anlatıyordu. “Aşçılık Dünyasından Mahrem Maceralar” alt başlığını koymuştu zaten kitaba... Bu kitap yüzünden televizyon programının da müptelası oldum, acaba ekranda ne yapıyor diye... Beni yanıltmadı. “No Reservation” adıyla yayınlanan programda dünyayı geziyor bu ünlü aşçı ve Vedat Milör’ü yaya bırakacak iştahıyla restoran restoran geziyor. New York’un ünlü şefinin maceraları, Digiturk Show Plus’ta yayınlanıyor.