Paylaş
2007 ve 2008 yıllarında 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinliklerinde iki yıl üst üste birlikte sahneye çıktılar.
Benzer bir etkinlik 2010 Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde 6 Mart 2010’da da yapılacaktı.
Ancak konserden 15-20 gün önce Gasparyan’ın yıllardır birlikte çalıştığı orkestra elemanlarından birinin kanser tedavisi gören karısı Ermenistan’da yoğun bakıma alındı.
Gasparyan, “Onları bu zor günde yalnız bırakıp konsere gelemem” diyerek özür diledi ve İstanbul’daki konserin iptalini istedi.
Konser iptal oldu.
Bir ay sonra aynı konserin 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde yapılması için 2010 İstanbul Kültür Başkenti Ajansı’na yeniden başvurdu organizatörler.
Üstelik 6 Mart’ta verdikleri bütçeyi yüzde 10 indirerek.
Ajansın yürütme kurulu konser yapılabilir onayıyla konuyu bütçe kuruluna gönderdi.
Bu arada hazırlıklar başladı.
2010 Kültür Başkenti Ajansı, 1 Eylül için Açıkhava’yı Bingöl-Gasparyan konseri için ayırdı.
Sanatçılara tarih iletildi, Gasparyan Ermenistan’da, Bingöl İstanbul’da 1 Eylül konserini takvimine aldı.
Tüm bu hazırlıklar sürerken salı günü ajansın bütçe komisyonundan karar çıktı: Bu konser yapılamaz.
2010 Kültür Başkenti Ajansı 14 gün kala konseri iptal etti.
Neden, ne için? Belli değil...
Neresinden bakarsanız şaşırtıcı bir karar. Gasparyan’ın mazereti çıkmasa 6 Mart’taki konser de son anda iptal mi edilecekti acaba?
Bütçe yüzde 10 düşük olmasına rağmen neden kabul görmedi? 14 gün kala konser iptal etmek 2010 Kültür Başkenti Ajansı’nın hangi kriterine sığıyor?
Her organizasyonun bütçesi 14 gün kala mı onaylanıyor?
Yoksa tüm bunlar bir bahane de Gasparyan konseri tıkanan Ermeni açılımının kurbanı mı oldu? Eylül 2008 ve Ekim 2009’da Cumhurbaşkanları’nın karşılıklı maçlara gelmesiyle Türkiye-Ermenistan arasında eriyen buzlar sonrasında yerini yine bir soğumaya bıraktı.
2010 Kültür Başkenti Ajansı da bu rüzgarın etkisi altında kalmış olabilir... Belki dışarıdan bir telkinle belki kendi kararlarıyla ne gerek var şimdi Gasparyan’a diyerek son anda konseri iptal ettiler.
Sayın Akdağ, Türkiye’nin 330 bin eurosu yok mu?
Türkiye’de 8,5 milyon engelli var, bu rakamın 5’te 1’ini de yürüme engelli çocuklar oluşturuyor.
Yani Türkiye’de 2 milyona yakın çocuk yürüme engelli.
Bu çocukların yürümesini büyük ölçüde kolaylaştıran, hatta bu sorunu tümüyle ortadan kaldıran İsviçre orijinli bir alet var.
“Pediatrik lokomat” denilen bu cihazın fiyatı 330 bin euro...
Ve bugün büyüme hızıyla, güçlü ekonomisiyle övünen Türkiye’de bu aletten tek bir tane yok.
Sadece Darüşşafaka ve Darülaceze’de yaşlılar için bulunuyor, o iki aleti de çocuklar kullanamıyor.
Yani 4-12 yaş arası yürüme engelli çocuklarını Türkiye unutmuş, kaderine terk etmiş durumda. Sağlık sisteminde yaptığı işleri çok beğendiğim Sağlık Bakanı
Recep Akdağ’dan tüm bu engelli çocuklar adına ricada bulunsam bu işe el atar mı acaba?
Bu aleti alarak yılda 5 tane 10 tane çocuğu bile yürütmeyi başarsak, onların koştuğunu görsek bu mutluluk 330 bin eurodan çok daha değerli değil mi...
Not: Benim bu konudan nasıl haberdar olduğuma gelince...
Alanya’da Patika adında “engelsiz yaşam gönülleri” derneği var.
Burak Kut, Ceyhun Yılmaz ve fotoğraf sanatçısı Mehmet Turgut’un katkılarıyla uzun süredir çalışıyorlar, tek bir “pediatrik lokomat” cihazı alabilmek için.
21 Ağustos’ta da Ceyhun Yılmaz’ın Alanya Kültür Merkezi’nde kampanyaya destek için gösterisi var. Onların çabası önemli, ama Sağlık Bakanlığı’nın bu konuya el atması hepsinden önemli.
Cem Yılmaz, Orhan Pamuk referandumda ne diyecek...
Sanatçıların siyasi fikirlerini açıklamasını, toplumsal olaylarla ilgilenmesi, sosyal sorumluluk projelerinde yer almasını istiyoruz istemesine de... Manyak mı onlar durduk yerde kendilerini ateşe atsınlar.
İşte gördünüz referandumda ‘evet’ diyeceğini açıkladığı için Sezen Aksu günlerdir dayak yiyor.
‘Evet’ cephesinde de hayatında hiç görmediği kadar pohpohlanıyor.
Lale Mansur ‘evet oyu vereceğim’ dediği için işitmediği hakaret kalmadı.
Şimdi önümüzde bu örnekler varken, sanatçılar kalkıp güncel politika hakkında neden rengini belli etsin.
Evet dese bu mahalleden dayak yiyecek...
Hayır dese karşı mahalleden... Neden durduk yere keyfini kaçırsın. Mesela ben Cem Yılmaz’ın referandumla ilgili fikrini samimi olarak merak ediyorum. Evet dese de kızmayacağım, hayır dese de... Mesela kuvvetle muhtemel ‘evet’çi olan Orhan Pamuk neden çıkıp fikrini açıklamıyor.
Çünkü bir tarafta yine vatan haini ilan edilecek.
Sezen Aksu’da olduğu gibi diğer tarafta da bir anda el üstünde tutulmaya başlanacak.
Biz bu kadar iki yüzlüy-ken, bu kadar acımasızken sanatçıdan, yazardan dürüstçe fikrini açıklamasını beklemek haksızlık değil mi?..
Paylaş