Paylaş
Yılbaşı gecesi kalabalıktan kaçan, insanlardan uzaklaşan, zoraki eğlenmeye itiraz eden, eve kapanan, içine dönen insanlara bu teşhis konulmalı.
Bu yıl fark ettim ki, en sevmediğim sorulardan biri; “Yılbaşında ne yapıyorsun”muş.
“Bayramda ne yapıyorsun”dan farklı bir soru bu.
Bayramlarda 3-5 gün izin olduğu için “tatile gidiyor musun”, “şehir dışına çıkıyor musun” anlamına geliyor o soru...
Oysa “Yılbaşında ne yapıyorsun”un altında tek bir anlam var; nerede kuduruyorsun, nerede dağıtıyorsun, nerede eğleniyorsun.
Herkese aynı yanıtı veriyorum;
“Geçen yılbaşında evdeydim, saat 12’de kız arkadaşımla şampanya patlattım”.
Bu yılbaşı daha radikal bir karar alabilirim, mesela erkenden yatmak gibi...
Öyle nasıl girersen yıl öyle geçer lafına da inanmıyorum.
Çünkü ben geçen ay yeni yılda şans getirmesi için yapmam gerekeni yaptım. Kocaman bir filin altından üç defa geçtim.
Uzakdoğu’da bunun büyük şans getireceğine inanılıyor.
Önce filin hortumuyla ön ayağı arasından, sonra ön ayağıyla arka ayağı arasından geçiyorsun.
Böyle üç tur atıyorsun.
O arada fil oturmaya falan karar verirse ölüyorsun..
Meğer şans dedikleri fi
in altında ölmemekmiş değil mi?..
İşte ben bunu yaptım.
Fil o arada kocaman bir muz hevenki yiyordu ve hortumunun altından geçerken üzerime döküyordu parçalarını.
Tam altından geçerken de hiç güzel kokmuyordu...
Şans için neler yapıyor değil mi insan.
Fil üzerime oturmadı ya 2009’dan çuk umutluyum.
İstanbul’un kaderi
İstanbullu’nun şehrini sevdiği söylenebilir mi?
Yaşayanların kaçı bu şehre aşıktır, kaçı en güzel sözlerle anlatır İstanbul’u...
Trafik berbat, insanlar kötü, şimdi de havası kömür kokmaya başladı, yağmur yağmaya görsün her yer kilit...
Hep bir şikayet hep bir şikayet.
Belki de bu yüzden yol tarif ederken bile en kötü sıfatları seçiyoruz İstanbul için.
Orhan Pamuk, İstanbul kitabında bunu çok güzel anlatıyor.
Mesela der bir Cenevreli, hiçbir özel şey olmamasına rağmen aşıktır şehrine ve yol tarif ederken bile bunu hissedersiniz.
“Şu muhteşem güzellikteki elektrik direğini geç”...
“Karşına çıkan harika manzaralı yoldan yürü” gibi tarif eder Cenevre’yi.
Oysa İstanbullu ne yapar;
“Şu kör çeşmeyi dön”...
“Şu virane binayı geçtikten sonra” diye tarif eder yolu...
Gerçekten de çok doğru...
Ne garip değil mi?
Cenevreli olmayan güzelliği bile abartırken, İstanbullu varolan güzeliği bile kötülüyor.
Ya görmeyi bilmiyoruz ya nefret ediyoruz bu şehirden.
Arınmanın yolu
Demek arınanların ilk işi gidip Engin Noyan’ın ürettiği Style Islam adlı tişörtlerden satın almak.
Hacdan dönen Yaşar Alptekin günlerdir gazetelerde Kuran okuduğunu, geçmişte hatalar yaptığını ama artık arındığını anlatıp duruyor...
Allah kabul etsin, eski günahlarını affetsin.
Baktım Yaşar Alptekin arındıktan hemen sonra gitmiş Engin Noyan’ın Ramazan’da TRT ekranında giydiği tişörtlerden geçirmiş üzerine.
“Read Quran, charge your Iman”, “Namaz Keeps Together” gibi İslami mesajlar yazıyor bu tişörtlerde.
Arınmanın sloganlardan ve medyanın önüne çıkıp rahlede pozlar vermekten geçtiğini bilmiyordum...
(Noyan’ın ekibi ramazandaki yazımdan sonra sitem dolu bir mektup göndermişti bana.
“Ama istemeden de olsa reklamımızı yaptınız, satışlarımız sayenizde acayip arttı” demişlerdi.
2008 cirosuna son katkı da bu yazı olsun o zaman.)
Arabaya güvenmek kaza yaptırır
Beşiktaşlı futbolcu Ali Tandoğan, kendi jipiyle Bursa’dan Uludağ’a çıkarken buzlanma nedeniyle şarampole yuvarlandı.
Geçen hafta sonu dönerken aynı yolda şarampole yuvarlanmış üç ayrı araç gördüm. Oysa Kartalkaya dağ yolundan çıkarken bu kadar yoldan çıkmış araca hiç bir zaman rastlamıyorum.
Yoksa sürücüler kendilerine/araçlarına çok mu güveniyorlar. Ali Tandoğan’ınki de iyi bir jip. Zincir takmanıza gerek yok, savrulma riski çok düşük.
Galiba en büyük tehlike üst sınıf araçların sürücüye verdiği bu aşırı güven...
Paylaş