AB’ye girmeden hiç değilse vizesiz Hırvatistan’ı ziyaret edin demiştim geçen gün, şimdi bunu neden yapmanız gerektiğini anlatacağım...
AB başvurusunu aynı dönem yaptığımız Hırvtistan’ın bizden çok önce AB’ye gireceği kesin, uyum süreci yavaş yavaş sokağa, günlük hayata bile yansımaya başlamış.
Benim rotam iki gün Zagreb’te kaldıktan sonra uçakla Dubrovnik’e gitmek, oradan kiraladığım arabayla Bosna’ya Mostar’a geçmek, sonra yeniden sahile inip Split, Zadar, Rijeka olmak üzere Hırvatistan’ın muhteşem güzellikteki Adriyatik kıyısını boydan boya geçmek.
Tekneniz varsa ya da iki-üç çift olarak tekne kiralayacak imkanınız, benim karadan yaptığım bu yolculuğu denizden yapabilirsiniz ki çok daha güzel.
Zagreb’ten çok bir şey beklemeyin, tipik orta ölçekte klasik bir Avrupa şehri.
Hırvatistan’ın sahili ise bambaşka bir dünya.
Osmanlı zamanında Bosna bir sancak boyuyken bu sahiller Bosna’ya aitmiş, bugün Bosna’ya denize açılabilsin diye çok az bir sahil verilmiş durumda.
Dolayısıyla insan biraz da, "Buradaki tepeler, bu ağaçlık arazi, bu dutluklar eskiden bizimdi" psikolojisiyle geziniyor etrafı.
Dubrovnik’te hem Old City’nin içinde hem de dışında sabahlara kadar eğlencenin sürdüğü kulüpler var ama hepsi turistik.
Yarımadanın diğer tarafında ise Hırvat’ların tercih ettiği şık mekanlar var ki çok daha güzel.
Çok pahalı restoranlar da var, ortalama mekanlar da ama hepsinin özelliği yemeklerin, deniz ürünlerinin lezzetli olması.
Peki ucuz mu?
1 Euro, 7 Hırvat Kuna’sı yapıyor.
Yani bizim 2 Lira’mız, onların 7 Kuna’sı...
Mantık olarak bize ucuz gelmesi gerekiyor değil mi?
Ama değil, fiyatlarda Euro standartlarını çoktan yakalamışlar.
İnce topukluysa Türk kadınıdır
Daha 13 yıl önce savaştan çıkan Hırvatistan’ın kendini bu kadar kısa sürede bu kadar iyi toparlaması inanılır gibi değil.
1991’de Sırplar’ın saldırısına uğrayan Dubrovnik savaşın direkt etkisi altında kalmış.
Burada bulunan ve dört bir yanı surlarla çevrili olan tarihi Old City, savaş zamanında Sırp bombardımanından nasibini almış ve büyük hasar görmüş.
UNESCO’nun koruma altına alıp 2005’e kadar yenilediği tarihi şehre her gün binlerce turist akın ediyor.
Ben turistlerin toplu halde tavaf ettikleri yerleri pek sevmem ama Old City mutlaka görülmesi gereken bir yer.
O kadar kalabalık ki şehrin taş yolları yürümekten aşınmış ve cilalanmış vaziyette...
Tabii burada dünyanın en zor şeyi o taşların üzerinde ince topuklu ayakkabıyla yürümektir.
Komik bir görüntü çıkmasına rağmen bunu başaranlar da vardı, bilin bakalım kimlerdi?
Türk kadınının nerede olursa olsun kendini gösterme çabası şaşırtıcı.
Dubrovnik küçük bir alan üzerine kurulu olduğu için korkunç bir trafik problemi var.
Şehrin içinde araba kiralamayın, günlüğü 30 eurodan motorsiklet kiralamak daha mantıklı, ben öyle yaptım, çok rahat ettim (ama yanlışlıkla ters yöne girmeyin polis şak diye yakalıyor, tıpkı beni yakaladığı gibi). Bir de kredi kartının çok az yerde geçtiğini unutmayın, nakit çalışmayı seviyorlar, bu yüzden kredi kartınıza güvenmeyin yanınızda nakit getirin.
Dubrovnik’te Rixos...
Ben Dubrovnik’in en güzel koylarından birinde bizim Rixos otelin olduğunu bilmiyordum.
Bilmemem de normalmiş çünkü daha 3-4 aylık bir otel, resmi tanıtımları bile yapılmamış, kampanyalarla açılışı bile duyurulmamış henüz.
Rixos Libertas’ı tesadüfen keşfettim burada...
Dubrovnik’e gelecekler mutlaka kalacakları otelin denize kıyısı olup olmadığına bakmalı, pek çok ünlü otelin sahili bulunmuyor.
Rixos’un ise kendine özel bir koyu, Lokrum adasına bakan muhteşem bir manzarası var, üstelik dünyanın dört bir yanından turistlerin akın akın gittiği Old City’ye de yakın bir konumda.
Binanın ince işçiliği bile tamamlanmamış durumda, odalar pırıl pırıl, şehrin en iyi otellerinden biri.
Giderseniz eğer otelin halkla ilişkilerinde Sabina’yı bulun, 7 yıl kaldığı Türkiye’de Boğaziçi’ni bitirmiş...
Türkçe’yi ana dili Hırvatça gibi konuştuğu için bütün sorunlarınızı çözer.